Politik Kavram
Aziz Yardımlı

idea yayınevi site haritası 
 

 

İLGİLİ SAYFALAR

Politik Kavram

SİTE İÇİ ARAMA       
 
 
 

 

 
 
  • Politik kavram Yurttaşlık istencidir.
  • Politika = Etik.
  • Etik-dışına göz yummak etik-dışıdır.
  • Modern politik realitenin ilerici karakteri bireyin özgürlüğü, istenç ve duyunç olan özgürlüğü üzerine dayanır.
  • Tikel-bireysel istencin Ereği ve İyisi evrensel İstençtir.
  • Yurrtaş Toplumu öndere gereksinmez, çünkü özgür Yurttaş kendi önderidir.
  • Yurttaşın politik istenci Evrensel Etik Yaşamın belirleyicisidir.
   
 

📹 2020 09 29 Politik Kavram (VİDEO)

📹 2020 09 29 / Politik Felsefe

Etik-dışı politika politik değildir.
Modern politika yurttaşın istencidir.
Demokrasi yurttaş toplumunun politik istencidir.
Yasama gücü yurttaşın gücüdür.
Politik karakter dürüstlük karakteridir.
Politika özgürlük istencidir.
Etik yaşam özgürlük yaşamıdır.

 



📹 2020 08 11 PoF CB (VİDEO)

📹 2020 08 11 / Politik Felsefe

Politika.

 



📹 2020 07 14 PoF CB (VİDEO)

📹 2020 07 14 / Politik Felsefe

Politika.
Din, Ulus, Etnisite.
Katolik ve Protestan Hıristiyanlık.
Müslümanlık; Şiilik, Alevilik.

 



 

🛑 İstenç

İstenç

 
  • “İstenç İdeasının soyut Kavramı genel olarak özgür istenci isteyen özgür istençtir.” (TzF § 27)
  • “Hakkın temeli genel olarak tinsel olandır ve daha tam yeri ve başlangıç noktası İstençtir. İstenç özgürdür, ve böylece özgürlük Hakkın tözünü ve belirlenimini oluşturur ve Hak Dizgesi edimselleşmiş özgürlüğün ülkesi, Tinin bir ikinci doğa olarak kendi içinden türettiği dünyasıdır.” (TzF § 4)

 

  • İstenç özgürdür ve İstenci özgürlüğü herhangi bir dışsal etmen (dürtü, itki, doğal istek vb.) tarafından değil, kendisi tarafından belirlenmesi anlamına gelir.
  • İstenç düşünce tarafından, Usun kendisi tarafından belirlenen istemedir (“İstenç tikel bir düşünme kipidir.” TzF § 4 Ek).

  • Dışsal olarak belirlenen İstenç özgür değil, böylece İstenç değil, istençsizliktir.

 

  • İstenç İyiyi ister
  • İstenç erekseldir.
  • İstencin ereği İyidir.
  • İstenç güçtür — biricik ve saltık.
  • İstenç bir ve bölünmezdir.
  • İstenç devredilmezdir (istençsizlik istençli değildir).

 

  • İnsan istenci insan özgürlüğünün tanıtıdır.

 

  • İstenç eylemde bulunur.
  • Eylem moral belirlenim taşır, düşüncesiz, dürtüsel, alışkısal davranış değildir.
  • İstencin nesnesi istençtir.
  • İstenç eyleminde istenç ile ilişkidedir.

 

  • İstek doğaldır ve zorunludur; istenç tinseldir ve özgürdür.
  • Eylem İstence, özgürlüğe ait olduğu içindir ki insan eyleminin sonuçlarından sorumludur.
 

“ İstenç (α) arı belirlenimsizlik öğesini ya da ‘Ben’in arı kendi içine yansımasını kapsar ki, bunda her sınırlama, doğa, gereksinimler, istekler ve dürtüler yoluyla dolaysızca bulunan ya da hangi yolla olursa olsun verili ve belirli olan her içerik çözülür; saltık soyutlamanın kısıtlanmamış sonsuzluğu ya da evrensellik, kendi kendisinin arı düşüncesi.” (TzF § 5)

SOYUT, DOLAYSIZ, BELİRLENİMSİZ, SINIRSIZ (SOYUT OLARAK SONSUZ) İSTENÇ
İstenç tüm belirlilikten, tüm içerikten soyutlanabilir, hiçbirşeyi istemeyen İstenç, İstençsiz İstenç olabilir. Bu gene de Özgürlük olarak görülürse, bu soyut özgürlük, hiçbir sınır, hiçbir belirlenim tanımayan, herşeyden, giderek kendi yaşamından bile vazgeçebilen bu olumsuz Özgürlük ANLAĞIN ÖZGÜRLÜĞÜdür.

1) Tüm isteği yok eden isteksizlik olarak Hindu fanatizmi; tam isteksizlikte, ‘Ben = Ben’ özdeşliğinde yalancı doyum, Brahman olarak tanrı;
2) Tüm kurumları sınırlar olarak gören politik fanatizm; Fransız Devriminde tüm yetenek ve yetke ayrımlarını silmesi gereken Terör evresi (fanatizm tüm ayrımları olumsuzlayan soyut ilkeye saltık bağlılık).

§ 6
(β) Benzer olarak, ‘Ben’ ayrımsız belirlenimsizlikten ayrımlaşmaya, belirlemeye ve bir belirliliğin bir içerik ve nesne olarak koyulmasına geçiştir. — Dahası, bu içerik doğa yoluyla verilmiş ya da tinin Kavramı yoluyla üretilmiş olabilir. Kendi kendisinin belirli olarak bu koyuluşu yoluyla ‘Ben’ genelde belirli-varlığa geçer; — ‘Ben’in saltık sonluluk ya da tikelleşme kıpısı.

BELİRLİ, TİKEL, SONLU İSTENÇ
İstenç olumsuzluğu dolayısıyla tikelleşmeye geçer, bir belirlenim kazanır. Belirlenim doğal ya da tinsel olabilir, ve “bu içerik doğa yoluyla verilmiş ya da tinin Kavramı yoluyla üretilmiş olabilir” (TzF § 6).

 

§ 7
(γ) İstenç bu iki kıpının birliğidir; — kendi­içine yansıyan ve bu yolla Evrenselliğe geri alınan Tikellik; — Tekillik; ‘Ben’in kendini ­belirlemesi, kendini bir ve aynı zamanda kendi olumsuzu olarak, eş deyişle belirli, sınırlı olarak koymak ve kendisinde, e.d. kendi ile özdeşliğinde ve evrenselliğinde kalmak, ve belirlenimde yalnızca kendi kendisi ile birleşmek. ... — Bu İstencin özgürlüğüdür ki, onun Kavramını ya da tözselliğini, ağırlığını oluşturur, tıpkı ağırlığın cismin tözselliğini oluşturması gibi.

Her kavram karşıtların birliğidir. İstenç durumunda, Kavram evrenselin ve tikelin birliği olarak bireysel, somut, gerçek İstençtir. Ancak bu somut sonsuz İstenç Özgürlüktür, çünkü karşıtların birliği olarak İstencin İstenç ile birliğidir. “Özgürlük belirli birşeyi isteme, ama bu belirlilikte kendi kendisinde olma ve yine evrensele geri dönmedir” (§ 7 Ek).

“İstenç ilkin kendini nesne* aldığı zaman kendi için kendinde olduğu gibidir” (§ 10).

 

  • Hak İstencin ve Özgürlüğün realitesidir.
  • Hak Kavramı (ya da modern dönemde “Evrensel İnsan Hakları”) realitesini gerçek etik yaşamda kazanır.
  • “Hak bir Devlette geçerlik taşıma biçimi yoluyla genel olarak pozitiftir.” (TzF § 3)
  • Pozitif Hak (yasalar) bir halkın etnik karakterine, tarihsel gelişim aşamasına ve doğal etmenlere bağlı olarak olumsallık yüklüdür.
  • “Şiddet ve tiranlığın pozitif Hakkın bir öğesi olabilmesi ona olumsaldır ve doğasına ait değildir.” (TzF § 3)
  • Pozitif Hak oluş sürecindedir.
  • Pozitif yasalar etik gelişim sürecinde Hak Kavramına (“Doğal Hak,” TzF § 3) bütünüyle uygun olma sürecindedir.
  • Hegel, TzF § 4: “ Hakkın temeli genel olarak tinsel olandır ve daha tam yeri ve başlangıç noktası İstençtir. İstenç özgürdür, ve böylece özgürlük Hakkın tözünü ve belirlenimini oluşturur ve Hak Dizgesi edimselleşmiş özgürlüğün ülkesi, Tinin bir ikinci doğa olarak kendi içinden türettiği dünyasıdır.”

 



🛑 Duyunç

Duyunç

  • Hegel’in Tüze Felsefesi Nesnel Tinin gelişiminin hangi şekli kazancağı üzerine bir çözümlemedir, çünkü söz konusu olan yalnızca Prusya’nın etik yaşam biçimi değil, aralarında en geri kültürler de olmak üzere bütün bir dünya kültürlerinin etik yazgılarıdır. Tüze Felsefesi statik, değişmeyen bir realiteyi doğrulamaz; Dünya Tarihinin kendisi Tüze Felsefesi’nin bir kıpısı, son kıpısıdır. Gene de Hegel’in irdelediği modern etik dünya henüz onun zamanında var olduğu gibi etik dünyadır. Ama Duyunç kendini İdeaya göre belirler, pozitif olguya göre değil.
  • Hegel’in yaşadığı ve irdelemesine konu ettiği dönem henüz kendilerini yönetemeyecek despotik kültürlerin dönemidir. Henüz Yurttaş Toplumu Kavramına uymayan, henüz kendilerini yönetmek için gerekli olan özgürlük bilincinden yoksun olan halklar, kitleler, yığınlar, henüz ussal olmaktan uzak olan halklar zorunlu olarak monarşilerin, aydın despotların ve aydın olmayan despotların altına düşerler.

 

Die Lage Preußens und Österreichs inner- und außerhalb des Deutschen Bundes
(1815-1866)
German Confederation

Prussia (1866-1918)

 
 
 
Hakkın tözü İstenç olarak Özgürlüktür. (TzF, § 4)
  • Ahlak kendini yargılayan olarak İstencin, Duyuncun duruş noktasıdır.
  • Soyut Hak alanı dolaysızlığı içindeki İstencin duruş noktası idi.
  • Etik Yaşam Duyunç tarafından aklanmış pozitif Hak belirlenimlerinin Edimselliğidir. (§ 141).
  • Duyunç ‘İyi’sini Edimsellikte doğrulayıncaya dek, İstenç Edimselliği İyinin Kavramına tam olarak karşılık düşme noktasına getirinceye dek, Etik Yaşam yalnızca bir oluş sürecidir: Onda henüz hiçbir norm, hiçbir belirlenim saltık olarak geçerli değildir.
  • Moral Yargı bütün bir Etik Yaşam sürecinin ereksel devindirici, değiştirici, yükseltici etmenidir. Moral Yargı hiç kuşkusuz içseldir, özneldir, salt bir Gerektir; ama İstenç o soyut Gereğin Edimselliğe aktarılması, Etik Edimselliğin belirleyicisidir.

 

 
  • İstenç ‘İyi’ olduğunu düşündüğünü ister ve ‘kötü’ olduğunu düşündüğünü yadsır.
  • İstenç, kendini kendi içinden belirlediği, kendini Duyunç olarak belirlediği düzeye dek, zorunlu olarak İyi olanı yapar. Niçin İyi olanı yaparız sorusunun yanıtı İyi olmayanı yapmamızın olanaksızlığıdır.
  • İstencin yanılabilirliğinin kendisi İyi konusunda yanılabilirliğidir.
  • İstencin tözü Özgürlük iken, ve Özgürlük İstencin itkisel, dürtüsel, içgüdüsel belirlenimini tanımayan ussal karakteri iken, yanılabilirlik yalnızca ve yalnızca Moral Geleşim olan sürece aittir. Gelişmekte olmak henüz gelişmemiş olmak demektir.
  • Tinsel Realite, salt bir oluş süreci olduğu için, sürekli olumsuzlama süreci olduğu için, İyinin ve Kötünün çarpışma sürecidir. Bir çelişki olduğu için, onda yalnızca kötülük, eksiklik, yetersizlik bulunmaz. Çelişki kendisinde karşıtını taşımaktır. Tinsel Realitede bu olumsuzluğun bulunmasının nedeni onda olumlunun da bulunmasıdır. Bir çelişkinin çözülüş süreci olarak, bütün bir Dünya Tarihi İyinin, ussallığın ereksel gelişim sürecidir. İstenç salt İstenç olduğu için bir Ereği vardır, ve Erek salt Erek olduğu için İyidir. Kötü olan şey Realitenin henüz Kavramına karşılık düşmemesi, tikelliğin evrensellik ile bütünüyle Bir olmamasıdır.
 
  • “İyi dünyanın olgusallaşmış Özgürlüğü, saltık son Ereğidir.” (Hegel, TzF, § 129)
  • ‘İyi’ salt Kavramında kalmaya belirlenmiş bir soyutlama değildir, tersine, kendini insan dünyasına olgusallaştırır, ve insan Olgusallığının ya da Realitesinin varoluşunun moral gelişmişlik düzeyi İyinin somut olarak sergilenişidir.
  • ‘İyi,’ salt Kavramında düşünüldüğünde, bütünüyle soyuttur, kendisinden başkası değildir, bütünüyle içeriksizdir, hiçbir belirlenim kapsamaz.
  • ‘Moral’ İyi Kavram olarak Realiteye yüklenir, ya da reel olanın iyi ya da kötü, haklı ya da haksız, doğru ya da eğri olması Duyuncun yargısından başka birşey değildir.
  • İyi böyle Kavramın ve Realitenin birliği olarak İyi İdeasıdır.
  • “İstencin Kavramının ve tikel İstencin birliği olarak İyi İdeadır.” (TzF, § 129)
  • İstencin Kavramı gerçek değil çünkü soyuttur; tikel İstenç gerçek değil çünkü soyuttur; gerçek olan bu iki karşıtın birliği olarak somut İyi İdeasıdır.
  • ‘İyi’ tinsel olandır, Doğaya değil Tine aittir.
  • ‘İyi,’ dizgesel olarak düşünüldüğünde, ideel olarak Hak, Özgürlük, İstenç Kavramları ile bağıntılıdır, ya da onlarla Birdir.

 

  • Duyunç İyiyi doğrular ve Kötüyü yadsır.
  • Duyunç İyiyi ve Kötüyü, Haklıyı ve Haksızı düşünerek ayırdeder, duygusal olarak değil; Duyunç Us olarak İstencin kendisidir.
  • Duyunç özsel olarak düşünmedir, bilmedir, ve işlevi ussal moral yargıda bulunmaktır.
  • Moral yargı (birşeyin haklı ya da haksız, iyi ya da kötü vb. olarak belirlenmesi) bir duygu değil, bir düşünme sorunudur.
  • Moral yargı ‘alışkanlık’ üzerinde dayandığı zaman bu alışkanlık gene de dışsal bir Duyuncun, bir yetkenin Duyuncunun (çocuklar durumunda ebeveynlerin, duyunçsuz halklar durumunda dinsel yetkenin vb.); ama gerçek özgürlük bu dışsal Duyuncun kendisinin yargılanmasını, Duyuncun gerçekten bireyin kendi Duyuncu yapılmasını gerektirir.
  • Tarihin Özgürlük Bilincinduyunçsuz de ilerleme olması onun bir moral gelişim, bir Duyunç gelişimi olması da demektir. Duyunç İstencin kendini yargılamasıdır, ve İstenç yargılanmalı, Duyunç olarak kendi kendisini yargılamalıdır, çünkü her pozitif hak belirlenimi sonlu iken, Duyuncun (İstencin) özgürlüğü Duyuncun karşısında Duyuncu bulmasını, sonsuzluğu ister. Tikel İstencin tikelliği evrensel ile bağdaşmadığı düzeye dek bu bağdaşmazlık
  • İyinin dünyada tam edimselleşmesi Erek olarak İyinin salt sonsuza dek varoluş kazanamayacak bir Gerek olduğu görüşü (Kant) ile bağdaşmaz. (Kant idealite ve realite karşıtlığını salt bu karşıtlığı Birde birleştiremediği için sonsuza dek ertelenen bir Erek ile birleştirir. Kant’ın bütün moral felsefesi çelişkiden, çatışkıdan, antinomiden kaçırılması gerektiği varsayımına uyarlanır.)
  • İyinin dünyada tam edimselleşmesi, ya da Kötülüğün dünyada saltık olarak olanaksız kılınması tikel İstencin ve evrensel İstencin karşıtlar olarak Bir olmasını, ayrımın o denli de özdeşlik olmasını gerektirir. Bu gerçek Etik Yaşamdır.

 

  • “Duyunç öznel öz-bilincin saltık aklanışını, eş deyişle hakkın ve ödevin ne olduğunu kendi içinde ve kendisinden bilmeyi, ve böyle İyi olarak bildiğinden başka hiçbirşeyi tanımamayı, aynı zamanda böyle bildiğinin ve istediğinin gerçekte hak ve ödev olduğunu ileri sürmeyi anlatır. Öznel bilmenin ve kendinde ve kendi için olanın bu birliği olarak Duyunç bir tapınaktır ki, ona dokunmak kutsal olanı çiğnemek olacaktır. Ama belirli bir bireyin Duyuncunun bu Duyunç İdeasına uygun olup olmadığı, onun iyi olarak gördüğünün ya da bildirdiğinin edimsel olarak da iyi olup olmadığı, bu ancak bu iyi olması gereken şeyin içeriğinden saptanabilir.” (TzF, § 137)

 

  • Duyunç özgürdür; Duyuncun varlığı özgürlüğüdür; özgürlüğün yokluğu Duyuncun yokluğudur.
  • Duyunç kendini belirler, dışsal bir etmen tarafından belirlenemez.
  • Duyunç özgürlüğünün olmadığı yerde moral gelişim yoktur.
  • Duyunç saltık yargıçtır.
  • Duyunç doğru olup olmadığı yargısına açıktır; moral yargı kendisi moral yargı altında durur.
  • Etik Yaşamda, tikel Duyuncun moral yargısı evrensel etik normlar altında durur. Ama evrensel etik normların kendileri Duyuncun yargısına açıktır, ve bu düzeye dek moral gelişim etik gelişimin saltık belirleyicisidir. Özgürlük tikel ve evrensel İyinin, Doğrunun, Haklının edimselleşmesi sürecinin olanağı ve güvencesidir.

 

  • Duyunç çocukta gelişme gereksiniminde olan bir gizilliktir.
  • Duyunç gelişiminde durdurulan insanlar, halklar çocuk kalır.
  • Özgürlük bilincinin yoksunluğu olarak despotizm bir tür çocukluk, ve despotik karakterler büyümemiş, Özgürlük Kavramını ve bilincini geliştirmemiş yetişkinlerdir.

 

  • Duyuncun duygusallığı İyinin ve Kötünün, istenenin ve istenmeyenin duygu ile, haz ve acı duyguları bağıntısına bağlıdır. Ama Duyunç bu duygusallığın olumsuzlaması, düşünceye geçiştir.
  • Duyunç ne içgüdü, ne itki, ne de (süper-ego gibi) bilinçsiz bir dürtüdür; tersine, Duyunç saltık olarak düşünen İstenç, kendi üzerine düşünen ve kendini yargılayan bilinçli İstençtir.
  • Doğa ve doğallık ne iyi ne de kötü olabilir.
  • İyinin Tine ait olması ve Doğayı ilgilendirmemesi insanın salt doğal olarak ne iyi ne de kötü olduğunu doğrular. Ama salt doğal olarak insan henüz insan değildir, yalnızca bir soyutlamadır: Kendinde özgür olan İnsanın ‘Doğa Durumu’ anlamsız bir terimdir ve yalnızca zorunluk alanında varolan hayvana aittir. İnsanın durumu her zaman bir Kültür Durumu, Kültürün içinde olma ve Kültürü İdeaya doğru geliştirme durumudur. Kültür İdeaya öykünmedir, ve henüz salt bir öykünme olduğu düzeye dek Doğanın ve doğallığın üzerine bütünüyle yükselmiş değildir, henüz doğallığını ve tinselliğini tam uyum içine getirmiş değildir.

 

  • Kötülük, tıpkı İyi gibi, temelini Özgürlüğün kendisinde, İstencin usdışı belirlenimleri de üstlenme yeteneğinde bulur.
  • Kötülük kökenini genel olarak İstencin evrenselliğine uymayan tikelliğinde bulur: Evrenselliğin gerisinde kalan tikel İstenç bu düzeye dek, evrensel ile bağdaşmadığı düzeye dek kötüdür.
  • İstenç saltık olarak ya da Kavramına göre İyi ile bağlı ya da İyi olduğu için, eğer ne olursa olsun İstenç ile davranılıyorsa, bilerek istenen İyi olduğu düşünüldüğü için istenendir: Tikel İstenç kendini kötü olanın iyi olduğu sanısı içinde belirler, üstelik bu ‘sanı’ kötü olanı iyi yapmasa da.
  • Duyunç, salt İyinin yargıcı olmakla, o denli de Kötünün sorumlusudur.

 

  • Duyunç özgürlüğü inancın biricik olanağıdır, çünkü inancı gerçekliğe inanç yapacak olan yeti Usun, kılgısal Usun, ya da Duyuncun kendisinden başkası değildir. İnanç bilgi değil, ama bilgiye eşlik eden ve onu aklayan duygudur, tıpkı inancın karşıtı olarak kuşkunun, bilgiye karşı yöneltildiğinde, bilgiyi yadsıması gibi. Kuşkuculuk, tıpkı inakçılık gibi, Usu bilmeyen çünkü bilgiyi yadsıyan ruhbilimsel bir saplantı, nesnelliği yadsıyan bir öznelliktir.
  • Duyunçsuzluk ancak yalana, yanlışa inanma yolunu açık bırakır.
  • Duyunç özgürlüğü en sonunda boşinancı ve yalanı silmenin biricik zeminidir.

 

  • Yetke ve korku üzerine dayanan dışsal ahlak bireysel moral karakter gelişimini durdurur.
  • “Zor fiziksel bir güçtür; ve hangi ahlakın onun etkisinin sonucu olabileceğini anlamıyorum.” (Rousseau, Toplumsal Sözleşme, I.III.)
  • “İnsanın yurttaşlık durumunda kazandıklarına moral özgürlüğü ekleyebiliriz ki, onu gerçekten kendisinin efendisi yapan yalnızca odur; çünkü yalnızca itkinin dürtüsü kölelik iken, kendimize verdiğimiz bir yasaya boyun eğmek özgürlüktür.” (Rousseau, Toplumsal Sözleşme,I.VIII.)
  • “Doğa durumundan yurttaşlık durumuna bu geçiş insanda çok dikkate değer bir değişim üretir, çünkü davranışında içgüdünün yerine türeyi geçirir ve eylemlerine daha önce onlarda eksik olan moral karakteri verir. Ancak o zaman, ancak ödevin sesi fiziksel dürtülerin ve hak itkinin yerini alınca, şimdiye dek yalnızca kendini düşünmüş olan insan başka ilkeler üzerine davranmak ve eğilimlerine kulak vermeden önce usuna danışmak zorunda olduğunu bulur.” (Rousseau, Toplumsal Sözleşme, I.VIII.)

 

  • Duyunç verili olanı yargılar, onun üzerine dayanmaz; bu nedenle verili bir moral değerler dizgesi moral değil, çünkü duyunç tarafından aklanarak kabul edilmiş değildir.
  • Duyunç kendini verili bir dışsal, dinsel, kültürel, toplumsal vb. normlar ya da değerler dizgesine uyarlamaz.
  • Duyunç her kültürel değerler dizgesinin yargıcıdır.
  • Etik salt düşüncesiz bir alışkanlık yapısı olduğu düzeye dek moral yargının nesnesidir.
  • Duyunç verili etik normların yargıcıdır, çünkü bunlar onun kendisi tarafından verilmiş değildir.
  • Pozitif yasalar duyunç tarafından yargılanarak sürekli oluş durumundadırlar.

 

  • “Süperego” (birinin kendini bilinçsizce yargılaması) bir duyunç işlevi değildir.
  • Süperego bilinçsiz dürtü tarafından belirlenir.

 

  • “Her özgür Eylemin onu üretmeye yardım eden iki nedeni vardır: Biri moral, yani eylemi belirleyen İstenç, öteki fiziksel, yani onu yerine getiren güçtür.” (Rousseau, Toplumsal Sözleşme,III.I.)

 

ÖDEV

  • Ödev İyi olanın istenmesi ve yapılmasıdır.
  • Ödevi bir olumsuzlama olarak, bir sınır vb. olarak gören şey doğal itkiler, eğilimler vb. tarafından belirlenen öznel özençtir.
  • Erdem henüz etik belirlenimlerin yokluğunda doğal kişiliğin kendini aşırı eğilimlerden özgürleştirme yoludur. Etik Yaşamın evrenselleri Ödevlerin kendileridir ve bunlar alışkanlıklar olarak yerleştikleri düzeye dek Töreler biçimini kazanır.
  • Etik Yaşamın tözü özgürlük ve istenç olduğuna için, despotik kültürde erdem olan şey erdemsizlik, töre olan şey töresizliktir. Törel olan moral olarak aklanmış Haktır; ama despotik kültür duyunçsuzluğundan ötürü kendini moral yargı hakkından yoksun bırakır.
  • Törenin salt alışkanlığa indirgenmesi henüz herhangi bir Duyunç gelişiminin olmadığını gösterir. Bu despotik kültürde İyi olan özgür kültürde Kötü olandır.
  • Despotik kültürde İyi yoktur, çünkü İyi İstencin kendisini öngerektirir.
  • İyinin Ödev olması bütünüyle boş, soyut bir bağıntı, ve İyinin kendi uğruna istenmesi salt bir totolojidir, çünkü istenen salt istendiği için İyi olandır.
  • İyi olarak İyi, Ödev olarak Ödev yalnızca soyut evrensellerdir.
  • İyinin İyi uğruna istenmesi gibi, Ödev de Ödev uğruna yerine getirilmelidir. Ama her iki durumda da içerik, belirlenim, İyi olanın ve Ödev olanın tikelliği eksiktir ve ikisi de yalnızca biçimseldir.
  • İyi ve Ödev tikel içerikten yoksun olmaları anlamında biçimseldir..
  • Ödev tikel, belirli Ödev olarak Duyuncun moral yargısı altına getirilmeli, içerik kendi değerinde belirlenmelidir.
  • Ödev Hak olanı yerine getirmektir; ama bu da aynı biçimselliktir.
  • Ödev salt Ödev olarak neyin Ödev olduğunu bildirmez, ve onu (Kant’ın yaptığı gibi) salt evrenselliği içinde ileri sürmek haklı bir içeriğinin olmasını sağlamaz.
  • Ödevler kategorik imperativden çıkarsanamaz, çünkü kategorik imperativ yalnızca evrensellik kapsayan bir biçimsellik, ve — Kant’ın formülasyonunda — çelişkiyi saltık olarak dışlayan boş Özdeşliktir. Ödevi “çelişkinin yokluğu” olarak tanımlamak onu içeriksiz biçimcilğe indirger.
  • Birşey Ödev ise, o zaman yerine getirilmelidir. Ama tikel Ödev pekala haksız, yanlış, kötü olabilir; ve gene de salt Ödev olduğu dikkate alınırsa, ne olursa olsun yerine getirmelidir.
  • Ödev Kavramının kendisinde, Ödev Ödevdir totolojisinde tikel Ödevi yargılayacak bir içerik bulunmaz.
  • Ödev Kavramı öldürmeyeceksin, çalmayacaksın vb. gibi belirlenimleri kapsamaz: Savaşta askerin Ödevi öldürmektir, ve Spartalı çocuk için hırsızlık değil, hırsızlık yaparken yakalanmak erdemsizliktir.

 

 

 

EYLEM

  • Özne evrensel İstencin ve tikel İstencin birliği olarak bireysel İstençtir (Soyut Hak alanında, dolaysız hakkı içindeki Kişi eylemsizdir; mülkiyet ve sözleşme ilişkisi moral bir ilişki değil, dolaysız bir ilişkidir ve ‘eylem’ karakterini taşımaz).
  • “İstencin öznel ya da moral İstenç olarak dışlaşması ya da anlatımı Eylemdir.” (TzF, § 113)
  • Eylem ancak özgür insanın, ancak moral İstencin dışsal anlatımıdır; köle eylemsizdir.
  • Soyut Hak alanında İstencin kendini dışsal şeye yatırması ve kendine onda belirli varlık vermesi Eylem değildir.
  • Eylem (a) onu yerine getiren özne tarafından bilinir; (b) bir Gerek ile bağıntılıdır; (c) başkalarının istençleri ile bağıntılıdır.
  • İstencin Ereği İyidir.
  • Eylem, moral İstencin anlatımı olarak, amacını Gönençte bulur.
 
 
  • Moral gelişimde gerilik kendini politikada, ekonomide, toplumsal yaşamın her alanında, bireysel yaşamın her boyutunda, genel olarak etik yaşamın her kıpısında sergileyen erdemsizliklerin zeminidir.
  • Etiğin kendisinin oluş sürecinde moral gerilik, erdemsizlik, yasa tanımazlık yakınılacak konular değil, çözülecek problemlerdir.
 
  • Duyunç ilk kez modern dünyada evrensellik hakkının bilincini kazanır.
  • Modern dünya duyunç üzerinde hiçbir dışsal yetkenin tanınmaması ile belirlenir.
  • Moral duruş noktası özgürlüğün duruş noktası olarak modern dünyaya aittir.
  • Her insan özgürdür.
  • Her insan moral bir varlıktır.
  • Her insan eylemde bulunma hakkını taşır.
  • Her insan eylemde bulunma ödev ve yükümlülüğünü taşır.
  • Kölenin eylemi efendinin eylemidir.

 



🛑 Etik Yaşam

Etik Yaşam

 

 



🛑 Egemenlik

Egemenlik

 
  • Egemenlik daha güçlüsü olmayan istençtir.
  • Egemenlik birdir ve çoklu istenç bir istenç değildir.
  • Egemenlik saltıktır ve göreli, sınırlı, koşullu olamaz.
  • Egemenlik saltık olarak ulusundur.
  • Ulus yurttaşın evrensel etik duygusudur.
  • Egemen karşısında istençsiz uyruğun hiçbir hakkı yoktur.

 



🛑 Yurttaş

Yurttaş

 
  • Politik kavramın bilinci olmaksızın, politik olmaksızın yurttaşlık olanaksız, uyrukluk olanaklıdır.
  • Politika yurttaş toplumunun eylemi ve yalnızca yurttaşın istencidir.

 

  • Yurttaş özgürdür.
  • Yurttaş biricik egemendir.
  • Yurttaş biricik güçtür.

 

  • Yurttaşın istenci yasamanın istencidir
  • Yurttaşın istenci yürütmenin istencidir.
  • Yurttaşın istenci yargının istencidir.
  • Ulus egemendir, ve egemenlik istenç olduğu için bölünemezdir.
  • Yurttaş toplumunun politik anlatımı olarak Ulus gerçek politik güçtür.
  • Yasama, yürütme, yargı — tümü de ulusun egemenliğinde temellenir.

 

YURTTAŞIN ÖZGÜRLÜĞÜ
  • Modern demokratik devlette yurttaş kendi istencine boyun eğer.
  • Genel istenç kendi egemeni ve kendi uyruğudur
  • Yurttaş kendi üzerinde yetke-olmayan bir yetkedir (Rousseau: “une autorité qui n’est rien“).

 

YURTTAŞ VE BARIŞ
  • Yurttaş toplumu zor ve şiddetten özgür barış toplumudur, çünkü hakkın evrenselliği tarafından tanımlanır.
  • Yurttaşlık bilinci hakkın güç olduğunu kabul eder, gücün hak olduğunu değil.
  • Yurttaş barışçıdır çünkü etnik tikelliği değil evrensel insanlığı tanır.
  • Yurttaşın istenci gücüdür.
  • Tüm yurttaşlar güçlü olduğu için hiçbir yurttaş güçlü değildir.
  • Ulus etnisitenin silinmesine koşut olarak evrensel-küresel karakter kazanır.

 



🛑 Yurttaş Toplumu

Yurttaş Toplumu

 
  • “Yurttaş Toplumunun yaratılışı İdeanın tüm belirlenimlerine ilk kez haklarını veren modern dünyaya aittir.” “Die Schöpfung der bürgerlichen Gesellschaft gehört übrigens der modernen Welt an, welche allen Bestimmungen der Idee erst ihr Recht widerfahren läßt.” (Hegel, TzF § 182, Ek)
  • “Yurttaş toplumunda her üye kendi ereğidir, onun için başka herkes hiçbirşeydir. Ama başkaları ile bağıntı olmaksızın ereklerinin bütün bir erimine erişemez; dolayısıyla bu başkaları tikel bireyin ereği için birer araçtır. Ama tikel erek başkaları ile bağıntı yoluyla kendine evrensellik biçimini verir ve kendi doyumunu başkalarının gönencine erişilmesi ile aynı zamanda kazanır. Tikellik evrensellik koşuluna bağlı olduğu için, alanın bütünü bir dolaylılık alanıdır ki orada tüm tekillikler, tüm yetenekler, tüm doğum ve talih olumsallıkları özgür bırakılır, tüm tutku dalgaları ortaya dökülürken yalnızca aralarından ışıyan Us tarafından yönetilir. Evrensellik yoluyla kısıtlanan tikellik her bir tikel bireyin kendi gönencini arttırmasını belirleyen biricik ölçüdür.” (Hegel, TzF § 182, Ek)
  • Yurttaş ölçüsüz görünen bir bencilliğin ve aynı zamanda salt özgürlüğüne bağımlı olmanın çelişkisidir.
  • Yurttaş olarak özgür bireyin tikellik yanı sözcüğün en tam anlamında ‘kapitalist’ Tin denilen şeyi anlatır. “Yurttaş” Kavramı böyle salt Kavram olarak boş bir soyutlamadır ve hiçbir belirlenimi, hiçbir içeriği yoktur. Yurttaş belirli-Varlığını ilkin doğal istencinde, kör itki ve tutkularında bulur ve böyle olarak soyut Hak alanının mülkiyet iyeliği hakkı ile belirlenen Kişisidir. Ama Yurttaş yalnızca soyut Hak terimlerinde belirlenen birey değildir. Onda tikel İstenç kendi içine yansır, kendini zorunlu olarak evrensel İstenç ile bağıntı içine getirir ve moral yargı ya da Duyunç olarak da belirlenir. Yurttaş kendinde özgür, ussal Yurttaş olduğu için ekonomik olduğu kadar politik de olan bir belirlenimdir. Tüm doğallığını moral yargı altına alır ve aynı zamanda ussal, yasal karakter olduğunu gösterir. Bu tikelliği olmaksızın ussal ve yasal olmasının ne gereği ne de anlamı vardır. Tikel olanın mantığı Evrensel ile eşitliğini kurmak, kendini gerçekten etik karakter olarak belirlemektir. Moral Yurttaşın olumsuz, moral ussallığı (eytişimsel kıpı) kendini etik Yurttaş olarak olumlu, etik ussallığa (kurgul kıpı) yükseltir (“tikelin evrensellik biçimine yükselme zorunluğu” :: “Notwendigkeit, daß das Besondere sich zur Form der Allgemeinheit erhebe,” TzF § 185 Ek). Bu yükselme özgür bireylerin politik eğitim süreçleri olarak demokrasidir. Bir oluş süreci olarak Yurttaş Toplumu gerçekliğini Devlette bulur.

 

  • Antikçağ devletleri bu toplumsal tikellik ilkesinin evrensel ussal ilke ile bağdaşmasından yoksun idiler. Platonik Devlet ideali tikellik ilkesinin bütünsel bozulmaya götüren aşırılığını etkisizleştirmenin yolunu onu bütünüyle ortadan kaldırmada bulur. Moral gelişimden yoksunluğa bağlı bozulmaya karşı önlem olarak, özel mülkiyetin ve ailenin yanısıra devlet görevlerinin seçim yoluyla belirlenmesi de ortadan kaldırılır. Ama tikelliğin ortadan kaldırılması ne olanaklı ne de ussaldır. Tersine, ona evrensel ile bağdaşma ya da etik özdeşlik (die sittliche Identität) koşuluna dek gelişmek üzere tam hakkı verilmelidir (“İdeanın tikelliği özgür bırakma sonsuz hakkı” :: “unendlichen Rechte der Idee, die Besonderheit frei zu lassen,” TzF § 185 Ek).
 
“Bu nedenle bir gereksinim kendisinde dolaysız yolda taşıdığı şey tarafından olmaktan çok ortaya çıkışında bir kazanç arayanlar tarafından yaratılır.” :: “Es wird ein Bedürfnis daher nicht sowohl von denen, welche es auf unmittelbare Weise haben, als vielmehr durch solche hervorgebracht, welche durch sein Entstehen einen Gewinn suchen.” (TzF § 191 Ek).
 
“Fransa’da bir zamanlar parlamento konumları satılabiliyordu; İngiliz ordusunda resmi konumlar belli bir düzeye dek bugün de satılabilir.“ :: “In Frankreich waren die Parlamentsstellen ehemals verkäuflich, in der englischen Armee sind es die Offiziersstellen bis zu einem gewissen Grade noch heute.” (TzF § 277 Ek).
 
“Öyleyse yalnızca yararlık, dışsallık vb. ile bağıntılı herşey felsefi irdelemeden dışlanmalıdır.” :: “Alles, was sich also bloß auf Nützlichkeit, Äußerlichkeit usw. bezieht, ist von der philosophischen Behandlung auszuschließen.” (TzF § 279 Ek).

 



🛑 Ulus

Ulus

 

  • Ulus saltık olarak egemendir.
  • Ulus özgürdür.
  • Ulus egemendir çünkü özgürdür.
  • Politika ulusun hakkı ve ödevidir.
  • Ulus yurttaşlık bilinci ve duygusudur.

 

  • Ulus tarihsel olarak kendini tekerklik ile karşıtlık içinde belirler.
  • İmparatorluklar arasındaki sözleşmeler için bir üst yetke yoktur.

 

  • Özgürlük bilinci ulusları ereksel etik gelişim sürecinde tutar.
  • Uluslar için erişilecek etik ideal özdeştir.
  • Ulusal ideal evrensel insan hakları, duyunç özgürlüğü ve yasa egemenliği temelinde gerçek etik yaşamdır.
  • Ulus etnik türlülüğü tanımaz ve ulusun gelişimi etnisitenin silinişidir.
  • Ulusların gelişiminin ereği etik türdeşlik olarak “küreselleşme”dir.

 

  • Ulus-devlet egemendir.
  • Egemenin evrensel istenç olması ulus-devletler çokluğunu türdeş yasa egemenliğine götürür.
 

“... halk sözcüğü ile bir Devletin üyelerinin tikel bir bölümü belirtildiği ölçüde, ‘halk’ ne istediğini bilmeyen parçayı anlatır. Ne istediğini bilmek, ve daha da ötesi, kendinde ve kendi için İstencin, Usun istediğini istemek, tam olarak halkın sorunları olmayan daha derin bilgi ve içgörünün meyveleridir.” :: “... daß das Volk, insofern mit diesem Worte ein besonderer Teil der Mitglieder eines Staats bezeichnet ist, den Teil ausdrückt, der nicht weiß, was er will. Zu wissen, was man will, und noch mehr, was der an und für sich seiende Wille, die Vernunft, will, ist die Frucht tiefer Erkenntnis und Einsicht, welche eben nicht die Sache des Volks ist.” (Hegel, TzF § 301 Not)

“Bireyler olarak Çokluk — ki halk sık sık böyle anlaşılır — hiç kuşkusuz bir birlikteliktir, ama yalnızca kalabalık olarak, biçimsiz bir kitle olarak, ki devimi ve edimi tam bu nedenle yalnızca ilkel, ustan yoksun, yabanıl ve korkutucudur. ” :: “Die Vielen als Einzelne, was man gerne unter Volk versteht, sind wohl ein Zusammen, aber nur als die Menge — eine formlose Masse, deren Bewegung und Tun eben damit nur elementarisch, vernunftlos, wild und fürchterlich wäre.” (TzF § 303 Not)

 
“Temsilciliğin getirilmesinde onayın dolaysızca herkes tarafından verilmesi değil, ama yetkili kılınmış olanlar yoluyla olması gerektiği imlenir, çünkü birey burada bundan böyle sonsuz Kişi olarak bulunmaz. Temsil Güven üzerine temellenir; ama güven benim bu tikel ben olarak oyumu vermemden başka birşeydir. Çoğunluk oylaması da benzer olarak beni yükümlü kılacak şeyde benim bu tikel ben olarak bulunmam gerektiği ilkesine aykırıdır. Bir insana ancak benim sorunumu kendi sorunu gibi ve en iyi bilgisine ve duyuncuna göre ele alacağı konusundaki içgörüsü üzerine güvenirim. Öyleyse bireysel öznel istenç ilkesi yiter, çünkü güven bir şeye, bir insanın ilkelerine, davranışına, eylemlerine, genel olarak somut anlayışına duyulur. Buna göre önemli olan şey sınıfların bir üyesinin evrensel sorunlar ile ilgilenme görevine karşılık düşen bir karakter, içgörü ve istenç taşımasıdır. Başka bir deyişle, önemli olan nokta bir bireyin soyut tekil bir birey olarak söyleyecek birşeyinin olması değil, ama çıkarlarının evrenseli ele alan bir mecliste geçerli kılınmasıdır. Seçmenler vekillerinden bu evrenseli öne çıkarma ve yerine getirme güvencesini bekler.” :: “Führt man Repräsentation ein, so liegt darin, daß die Einwilligung nicht unmittelbar durch alle, sondern durch Bevollmächtigte geschehen soll, denn der Einzelne konkurriert nun nicht mehr als unendliche Person. Repräsentation gründet sich auf Zutrauen; Zutrauen aber ist etwas anderes, als ob ich als dieser meine Stimme gebe. Die Majorität der Stimmen ist ebenso dem Grundsatze zuwider, daß bei dem, was mich verpflichten muß, ich als dieser zugegen sein soll. Man hat Zutrauen zu einem Menschen, indem man seine Einsicht dafür ansieht, daß er meine Sache als seine Sache, nach seinem besten Wissen und Gewissen, behandeln wird. Das Prinzip des einzelnen subjektiven Willens fällt also fort, denn das Zutrauen geht auf eine Sache, auf die Grundsätze eines Menschen, seines Benehmens, seines Handelns, auf seinen konkreten Sinn überhaupt. Es ist daher darum zu tun, daß der, welcher in ein ständisches Element eintritt, einen Charakter, eine Einsicht und einen Willen habe, der seiner Aufgabe, zu allgemeinen Angelegenheiten zugezogen zu werden, entspricht. Es kommt nämlich nicht darauf an, daß das Individuum als abstrakt einzelnes zum Sprechen kommt, sondern daß seine Interessen sich in einer Versammlung geltend machen, wo über das Allgemeine gehandelt wird. Daß dieses der Abgeordnete vollbringe und befördere, dazu bedarf es für die Wählenden der Garantie.” (TzF § 309 Ek)
 
Etnisite kontra Ulus
  • Ulus etnik grup değildir.
  • Ulus istençsiz etnik kimlikleri öğütür, eritir, siler, ve onlara özgürlük bilincini kazandırarak onlardan yurttaşlar yapar.
  • Ulus modern yurttaş toplumunun türdeş politik istencidir.
  • Etnisite uygarlık ile ilgili değildir.
  • Etnisite tarihsel olarak barbarlık ile birlikte gider.

 

İstençsiz Halk ve Egemen Ulus
  • İstençsiz halk yalnızca egemene boyun eğer.
  • Halk + İstenç = Ulus.
  • Halklar için moral normların kaynağı içsel duyunç değil, dışsal güçtür.
  • Bu nedenle en büyük sorunları büyümek, ve bir “halk” olmaktan bir “ulus” olmaya geçmektir.
  • Bu süreç duyunç özgürlüğünün kazanılması ve geliştirilmesi sürecidir.
  • Politik istenç olarak egemenlik ancak duyunç özgürlüğü sürecinde elde edilir.

 

Ulus Oluş Süreci
  • Oluş sürecindeki ulus etnisite yüklüdür.
  • Ulus etnisiteyi ortadan kaldırır (“etnik-ulus” terimi bir oxymorondur).
  • Etnik karakter uluslaşma sürecinde silinir ve evrensel etik karaktere dönüşür.
  • Ulus-devletin ortaya çıkış süreci etnik grupların ortadan kalkış sürecidir (imparatorluk etnik gruplara tam hoşgörü gösterir; ulus onları türdeşleştirir).
  • Ulus özgürdür, egemendir ve böyle olarak ulus-devlettir (evrensel özgürlük ve eşitlik tanımayan imparatorluk ile karşıtlık içinde durur).

 

  • Ulusun üyesi olarak yurttaş etnik, dinsel, sınıfsal ve eşeysel ayrımların üzerindedir.
  • Ulusun evrensel özgürlük, eşitlik ve evrensellik belirlenimleri küresel politik türdeşliğin zeminidir.
  • Ulus uyruklardan değil, yurttaşlardan oluşur,

 



 

🛑 Etnisite

Etnisite

 
  • Etnisite tüzel, moral ve etik kavramlar kapsamaz.
  • Etnik karakter etik değildir çünkü istençsizdir.
  • Etnik karakter moral değildir çünkü etnisite özsel olarak evrensel olan duyuncun bir ilkesi değildir.
  • Duyunç etnisite tanımaz.
  • Etnik düşmanlıklar ancak hoşgörü zemininde örtülebilir.
  • Etnisitenin duyunca ilgisizliği etnik temizliklerde sergilenir.
  • Tikel etnik karakter tikelliğinde direttiği düzeye dek evrensel yasayı tanımaz.
  • Etnisite mitsel, soysal ve yerel bir kültür yapısıdır.
  • Etnisite homo sapiensin büyüme sürecinde ortadan kaldırılması zorunlu olan alt ve geri bir kültürel biçim, bir yarı-yol tikelleşmesidir.
 
  • Etnisite istenç terimlerinde değil, dil, mit ve simge terimlerinde belirlenir.
  • Etnik tikelcilik evrensellik kapsayan dinsel belirlenime karşıttır (Yahudilik din kavramına uygun olmayan tikel-etnik bir inanç biçimidir).
  • Etnik karakter insan haklarının, duyunç özgürlüğünün ve yasa egemenliğinin bilinçsizidir.
  • Etnik kültür için hak sorunlarının çözümü zor ve şiddet üzerine dayanır.
  • Etnisite politik bir kavram değildir, çünkü politika istencin eylemi iken dürtüsel etnisite eyleme değil yalnızca davranışa yeteneklidir.
 
  • Etnik terimlerde politika yapılamaz, çünkü politikanın zemini özgürlüktür.
  • Etnisitenin tikelliği kendini evrensellikten bütünüyle soyutladığı zaman sonuç etnik temizliktir.
 

 



 

📹 2020 07 07 PoF CB (VİDEO)

📹 2020 07 07 / Politik Felsefe

Ulus, Etnisite, Din..

 



 

🛑 Etik ve Politika

Etik ve Politika
 
  • Politik yetkinlik dürüstlüktür.
  • Politika etiğin bir dalıdır.
  • Politika bütünüyle etik normlar altında durur.
  • Etik olmayan hiçbirşey politik değildir.
  • Etik hak ve ahlak üzerine dayanır.
  • Politeia ya da Devlet etik yaşamı tamamlayan belirlenimdir.

 

  • Ancak etik yaşamın bilgisi gerçek etik yaşamı edimselleştirebilir.
  • Etik yaşamın bilgi üzerine dayanması etiğin saydamlığıdır.

 

  • Yurttaş istencinin bilincinde olan özgür insan olarak dünyasını ussal istenci ile uyum içinde belirleme hakkını ve gücünü taşır.
  • Yurttaş üzerinde güç ve denetim saçma ve safçadır.
  • Modern politika yalnızca ve yalnızca özgür yurttaşın eylemidir.
 
  • Etik Erdemdir.
  • Erdem etik normlar tarafından belirlenen altın ortadır.
  • Etik yaşam evrensel özgürlük bilinci üzerine olanaklıdır.
  • Etik yaşam tam edimselleşmesine ancak gelişmiş Aile, Toplum ve Devlette erişir.
  • İstencin ereği İyi, ve iyi yaşam özgür etik yaşamdır.
  • Evrensel küresel etik evrensel gönenç yaşamıdır.

 



 
 
   
  • Aristoteles’in etik üzerine yazıları modern çünkü klasiktir.
  • Klasik her zaman yeni olandır.
  • Helenik güzel sanat, etik yaşam ve bilim özgür insan varoluşunun ilk ve bu nedenle henüz eksik biçimleri idiler.
  • Modern bugün klasiğe erişmenin güncel yoludur.
  • Aristoteles’in etik üzerine irdelemeleri özgür Helenik kent-devletinin yaşamını yansıtır.
  • Etik yaşam ancak özgür toplumda olanaklıdır.
  • Etik yaşam ancak etik bilgi ile olanaklıdır.
  • Helenik etiğin sorunu evrensel bir insan doğası kavramının bilincinin yokluğuna bağlı olarak evrensel özgürlük bilincinin yoksunluğu idi.
  • Aristoteles’te henüz evrensel insan gelişimi kavramı bulunmaz.
  • O da, Platon gibi, kötü yurttaşın egemenliği olarak gördüğü demokrasiyi reddeder.
  • Helenik demokrasi bölümsel demokrasi, ve Helenik etik bölümsel etik idi.
  • Helenik yurttaşlık yalnızca özgür erkeklere açık, kadınlara kapalı idi; köle istençsiz olarak, ve tüm despotik yabancı kültürler barbar olarak kabul ediliyordu.
  • Etik normların yeterince etik olmadığı bir gelişim evresinde etik kaçınılmaz olarak bireysel erdem sorunu olur.
 

📹 2020 06 30 PoF CB (VİDEO)

📹 2020 06 30 / Politik Felsefe

Politika, Din, Şeriat, Yasa, Laiklik, Devlet, Etnisite, Partiler.

 



 

🛑 Politik Kavram

Politik Kavram
 
Kavramına göre, politika (πολιτικά) en son ve en yüksek istenç belirlenimidir.
Kavramına göre, politeia (πολιτεία) evrensel dünya tarihinin ereğidir.
İstencin ereği evrensel-küresel etik yaşamdır.
 

Politik istencin ereği ideal biçimleri ile, ideaları ile eksiksiz olarak bağdaşan Aile, Toplum ve Devletin realiteleridir.

Aile, Toplum ve Devlet başlıca “etik istenç” belirlenimleridir, Hak ve Ahlak kavramlarını öncülleri olarak alırlar, ve istenç kendi kavramı gereği bu üç belirleniminin, Aile, Toplum ve Devletin tam edimselleşmesine dek ereğine erişemez ve dinginlik bulamaz.

İstencin olabileceği en son şey Hak ve Ahlak tarafından aklanan tam edimselleşmiş Etiktir. İstenç bu noktada işini bitirir ve saltık tin alanı için, insanın ideal estetik, etik ve entellektüel yaşamı için zemini hazırlar. Özgürlük mutluluk değildir. Yalnızca mutluluğun öncülüdür. Politika bu somut, gerçek, ideal özgürlük uğruna, evrensel insan hakları, duyunç özgürlüğü ve yasa egemenliği uğruna eylemdir.

 

Politik İstenç
  • Politika bir elitin nüfusun geri kalanını yönetmesi değildir. Bu uygarlık değildir.
  • Politika insanın kendi kendisini yönetmesidir.
  • İnsanlar yönetilecek nesneler değildir; kendilerini yönetmelidirler.
  • Politika özgür istencin işlevidir.

Gerçek Politik Belirlenimler
  1. Evrensel İnsan Hakları
  2. Duyunç Özgürlüğü
  3. Yasa Egemenliği

  • Politika halkın işi değildir çünkü halk istençsizdir.
  • Politika ulusun işidir çünkü ulus egemendir.
  • Evrensel özgürlük bilinci politik erdemdir.
  • Ulus yurttaş toplumunun egemen politik biçimidir.
  • Ulus özgür yurttaşlık bilincini kazanmış bireylerin birlikteliğidir.
  • Ulus halklardan oluşmaz; halklar gelenek kültüründen özgürleşerek ve evrensel insanlık belirlenimlerinde türdeşleşerek ulus olurlar.
  • Ulus egemendir ve egemenliğin bölünmezliği istencin etnik, mezhepsel ve sınıfsal tikelleşmelerini saçmalaştırır.
  • Despotik ‘politika’ bir istencin anlatımı değildir.
  • Despotik ‘politika’ dürtü ve itki güdümündeki önderin ve böyle önderi doyuran kitlesel moronluğun bireşimidir.
  • Ulus-Devlet etnik, dinsel, sınıfsal ayrımları ikincil kılar.

 

  • Politika yurttaşın eylemidir.
  • Yurttaş kendi istencini yasa yapan özgür bireydir.
  • Devlet insanları yönetmez; yurttaş kendini yönetir.

 

  • Ancak özgür insanın hakkı olabilir, çünkü hak özgürlüğün bir işlevidir.
  • Ancak özgür insan kendi özgür duyuncu ile gerçek moral karakter geliştirebilir.
  • Ve ancak özgür insan politik varoluşunu kendi istenci ile belirleyebilir.

 

İdeal karakterin gelişmesi için biricik zemin olan özgürlük bilinci dünya tarihinde ilk kez insanlığın gelişim bölgesi olan ‘Batı’da doğdu — Asya’da değil, Avrupa’da da değil, çünkü Asya hiçbir zaman despotizmi yenemedi, ve Roma dışında bir Avrupa yoktu (ya da Germanik idi).

 


Roma İmparatorluğu ya da Batı Uygarlığı.

Tarih ile Tarih Kitabı anlaşılırsa, Tarih Sümerler ile başlar. Tarih ile edimsel Tarih anlaşılırsa, Tarih yine Sümerler ile başlar.

Sümerler kültürü verili başka bir kültüre öykünmeden yarattılar. Mezopotamya Batı uygarlığının doğuş yeri oldu. Özgür Helenik Tin genel olarak Uygarlığın estetik ve entellektüel normlarını belirledi ve tarihe kötü de olsa ilk demokrasi örneğini sundu. “Batı uygarlığı” terimini tanımlayan evrensel özgürlük ve eşitlik bilinci Roma dünyasında doğdu. Ama Roma Germanik dünyada aşamayacağı barbarik sınırı buldu. Germanik dünya karanlık, feodal “Orta Çağlar”ın asıl yeridir. Öte yandan, Batı karşısında “Doğu” dünyasını temsil eden Asya hiçbir zaman özgürlük bilincini kazanmadı. Germanik Avrupa dünya tarihine ancak Reformasyondan sonra, ancak gecikmeli olarak katıldı ve Batı uygarlığının kalıtını etnik bir kültüre uyarlama ve indirgeme çabasına girişti. Çoğulcu etnik karakteri ile, Avrupa henüz bir uygarlık olmaktan çok bir kültürdür.

Uygarlık estetik, etik ve entellektüel idealdir.

 
 
Politika ve Yönetim

  • Politika saltık olarak etiğin alanına aittir ve etik-dışı hiçbirşey politika değildir.
  • Politika insanları yönetme sanatı değildir, çünkü insan özgürdür ve yönetmesi ve yönetilmesi eşitsizliktir.
  • Politika devleti yönetme sanatı da değildir, çünkü devlet yurttaşlık istencidir.
  • Politika yurttaşın kendini yönetmesi olarak özgürlüktür.
  • Despotun politikası bir istenç sorunu değildir.
  • Despotun politikası dürtüsünün bir işlevidir.
  • Despotta karşımıza özgür bir insan çıkmaz.
  • Despotun egosu dürtüsü tarafından belirlenir.
 
Politika ve Yurttaş

  • Yalnızca yurttaş politikaya yeteneklidir.
  • Politika özgürlüğün kendini edimselleştirmesidir.

 

  • Politika kölelerin, serflerin, kulların sorunu değildir.
  • Politika despotun becerisinin ötesinde yatar.
  • Despotizm politikanın yokluğudur.
  • Despotizme boyun eğmek ulus için yok olmaktır.

 

  • Yurttaş toplumunda politik güçten söz etmenin bir anlamı yoktur, çünkü herkesin eşit ölçüde güçlü olduğu yerde hiç kimse güçlü değildir.
  • Tikel politik güç ancak yurttaşlık bilincinin olmadığı yerde etkilidir.
 

As Lord Acton, a wise observer of politics and history, once said, “Power corrupts, absolute power corrupts absolutely.”

Güç yozlaştırır, ama ancak daha şimdiden yoz olanı.

 
Politika ve Doğal Hak
  • “Doğal hak” terminolojisi hakkın evrenselliğini ve ussal temelini anlatmak için amaçlanır.
  • Bu düzeye dek Politik erek doğal hakkın pozitif hak ile eşitliğini kurmaktır.

 



🛑 Politik Oluş Süreci

Politik Oluş Süreci

  • Gelişim kavramı gelişmekte olanın gelişmemişliğini de anlatır.
  • Oluş sürecinde olan politika henüz özgürlük bilincini kazanmakta olan halkların politik-olmayan haksızlık, duyunçsuzluk ve yasasızlık kültürlerini yansıtır.
  • Yetkeci rejimlerde politika oluş sürecinde değildir.
  • Politikanın oluş süreci etik yaşamın oluş sürecidir.
  • Despotizm ‘bir’ politika değil, etik yaşamın yokluğudur.

 

 

Politikanın Öncülleri Olarak Hak ve Ahlak
  • Politika kavramı baştan sonra hak kavramına uygun olan tüzel belirlenimler, ve baştan sona duyunç tarafından aklanan moral belirlenimler kapsar.
  • Politika bir süreçtir, ve süreçte hakka aykırı yasalar duyunç tarafından kaldırılır ve yerlerini hakka uygun yasalara bırakır.
  • Politika etik alanına ait olduğu için, etik-dışı her belirlenim politik nitelikten de yoksundur.
  • Hakkın çiğnenmesi, tüm haksızlığı altına alan genel yolsuzluk olgusu, ve ayrıca bu sefilliğin olanağı olarak değişik biçimlerindeki korku etmeninin kullanımı politika değildir.
  • Politika genel olarak zor, şiddet ve terör öğelerini dışlar.
  • Yasal zor doğa durumunun artıklarına karşı uygulanır ve uygarlaşma ile koşut olarak silinme sürecindedir.
 
Politika, ön-modern tin, modern tin
  • İlk kez modern değişim insanın gerçek etik karakterine doğru değişimidir.
  • Küreselleşme tüm dünya kültürlerini problemler yapmaktadır.
  • Gelenekten hiçbirşey doğmaz; tutuculuk bir etik tutulmasıdır.
  • Gelenek ancak ortadan kalkabilir ve modernleşme kendini geleneğe borçludur.

  • Ön-modern politika egemen tekerkin istencinin anlatımıdır ve halkın apolitik yapısı ile birlikte gider.
  • Modern politika yurttaşın istencinin anlatımıdır.
  • Ön-modern tekerklik dünyasal egemendir ve tanrısal hakkını kendine yalnızca kendisi verir.
  • Modern politika yurttaşın özgürlük istenci tarafından belirlenir.
  • Evrensel insan hakları, duyunç özgürlüğü ve yasa egemenliği devlet kavramının bütünüdür.
 
 
Politika ve Platon
  • Platon evrensel bir insan doğası ve dünya tarihi kavramlarını düşünmediği için, kaçınılmaz olarak kent-devletinin “en iyi” biçimi olarak tasarladığı biçimini ideal devlet olarak sundu.
  • Platon henüz Kavramına uymayan bir devlet biçimini yalnızca salık verdi, onu insan doğasından çıkarsamadı.
  • Platon’un demokrasiden nefreti insan doğasının evrensel ve eksiksiz edimselleşmesini doğrulamamasına, tayfaların her zaman tayfalar olarak kalacaklarını ve kaptanlar olamayacaklarını düşünmesine bağlıdır.
  • Platon bireysel tikelliklerin en sonunda evrensel ile bir olduğunu düşünmez ve bu birliğin bilinçsizliği içinde çözüm olarak tikellik ilkesinin (özel mülkiyet ve aile) Devlette ortadan kaldırılmasını önerir.
  • Platon moral problemi, istencin doğallığı (itkiler, tutkular vb. tarafından belirlenmesi) ve istencin ussallığı (hakkın ussal düşünce tarafından belirlenmesi) arasındaki karşıtlık problemini ele almaz.

 

Politika ve Aristoteles
  • Aristoteles de benzer olarak en iyilerin yönetimini en iyi devlet biçimi için koşul olarak kabul etti ve her insanın, her bir insanın en iyi olabilmeye yetenekli olduğunu düşünemedi.
  • Tıpkı Anaxagoras’ın Nous kavramını tam gücü içinde kullanamamış olması gibi, devlet durumunda da Platon ve Aristoteles İdeaları ya da Evrenselleri tam değer ve içerikleri ile kullanamadılar.

 



🛑 Gelenek ve Tutuculuk

Gelenek ve Tutuculuk

 

ETİK
ALIŞKANLIK
GELENEK
TUTUCULUK

  • Etik tutuculuğa izin vermez, çünkü özsel olarak özgürlüktür, istenç tarafından belirlenir.
  • Alışkanlık istençsiz davranıştır.
  • Etik yaşam alışkanlık kapsar, ama alışkanlığa indirgenemez.
  • Bilinçsiz ve istençsiz olarak yerine getirilen alışkanlık salt görünüşte etiktir.
  • “Alışkanlık etiği” düşüncesiz, özbilinçsiz tutucu yaşamı anlatır (ki bu durumda etik yaşam dışsal olarak verili etik normların bilgisi üzerine kurulur).
  • Gelenek ussal bir etik norm değil, us-dışı ve etik-dışı bir alışkanlık kipidir.
  • Gelenek yalnızca “gelir,” ussal etik düşünceye ait bir norm değildir.
  • Gelenek sorgulamaya dayanamadığı için gelenektir.
  • Gelenek usdışı ve etik-dışı karakterini ancak kendini sorgulamaya kapatarak örter.
  • Gelenek tutucu-despotik kültürün tözüdür.
  • Etik yaşam sürekli sorgulanan yaşamdır.
  • Etik hak ve ahlak momentlerini kapsar ya da onları kendi içinde birleştirir.
  • İstenç erekseldir ve ereği kendisidir.
  • İstencin ereği realiteye özgürlüğün şeklini vermek, realiteyi kendisi yapmak ya da realitede kendini bulmaktır.
  • Etik yaşam ancak özgürlük bilinci üzerine olanaklıdır.
  • Özgürlük bilincinden yoksun despotik kültürlerde alışkanlık yaşamı vardır, etik yaşam değil.
  • Etik karakter ancak özgür toplumlarda gelişir.

 




🛑 DESPOTİZM

  • Despotik toplumlar kendilerini yönetemezler.
  • Despotizm utançtır.
  • Despotizm (Δεσποτισμόςdespotismos) özgürlük bilincinin yokluğu ile nitelenir.
  • Despotik kültür etik-dışıdır.
  • Despotizm duyunçsuz alışkanlık üzerine, yalancı ahlak üzerine dayanır.
  • Bilinçsiz, istençsiz bir alışkanlık yaşamı olarak despotizm tutuculuğun ve değişime direncin kendisidir.
 
  • Despot özgürlük kavramının bilincinden yoksunluğu anlatır.
  • Despotik bilinç de kendinde özgür, kendinde ussal bilinçtir.
  • Despotu düzeltmenin biricik yolu ona özgürlük bilincini kazandırmaktır, çünkü almayı beklemektedir.
  • Despotik bilincin bilmediği şey özgürlüğün yalnızca kendisine ait bir ayrıcalık ve üstünlük değil, evrensel olduğu, onun da kendinde evrensel bir birey olduğu ölçüde özgür olabileceğidir.
  • Despotik bilinç kabalığın, zorbalığın, şiddetin utandırıcı olduğunu da öğrenebilir.
 
Despotizm ve İstençsizlik
  • Despotizm yalnızca despotun istenci değildir.
  • Despotizm halkın istençsizliği zemininde olanaklıdır.

 

  • İstençsiz halklar politika yapmaz, çünkü düşünmezler ve sanılar içinde varolurlar.
  • Halkın ‘politik’ davranışı dürtü, itki ve içgüdü tarafından belirlenir.
  • Halk Yurttaş Toplumu değildir.
  • Halk kendini özgürlük ve egemenlik bilinci ile belirleyen Ulus da değildir.
  • İstenç özgürlüğünün bilincinde olan ustur.
  • İstençsizliklerinden ötürü halklar, yığınlar, kitleler vb. devrimler değil, deli önderlerinin güdümünde ve peşinde iç savaşlar, kitle kıyımları, vb. yaparlar.
  • ‘Halk Devrimleri,’ ‘Halk Cumhuriyetleri’ gibi terimler birer oxymorondur.
  • Bütünüyle halkın eline kaldığında, politik parti politik karakterini bütünüyle yitirir, yolsuzluk aracına bozulur.
  • Yurttaşın politik istenci olarak Parti evrensel insan hakları, evrensel eşitlik ilkesi ve yasa egemenliği ile çatışan hiçbir programı tanımaz.
  • Etnik, dinsel, mezhepsel, sınıfsal itki ve dürtüler temelinde ortaya çıkan parti despotik kültürün artıklarını barındırır ve Yurttaş Toplumunda illegaldir.
  • Etik yaşamın tözü olan istençten yoksun halk ekonomiye de yeteneksizdir ve salt geçim ekonomisinin gerilik kültüründe varoluşunu anlamsızca yineler.

 

  • Homo sapiensin gerçek etik karakteri evrensel olarak kazanmasının önünde kendisinden başka hiçbir engel yoktur.
  • Platon tasarladığı devlet modelinde halkın etik gelişim sürecinde ve henüz erdemsiz olduğu olgusunu dikkate almadı.
 

📂 Despotizm ve İstençsizlik

Despotizm ve İstençsizlik

“The Enlightenment philosopher Montesquieu believed that despotism was an appropriate government for large states. Likewise, he believed that republics were suitable for small states and that monarchies were ideal for moderate-sized states.” (World History, Spielvogel J. Jackson. Glencoe/McGraw-Hill, Columbus, OH. p. 520) (W)

“According to Montesquieu, the difference between absolute monarchy and despotism is that in the case of the monarchy, a single person governs with absolute power by fixed and established laws, whereas a despot governs by his or her own will and caprice. ( Montesquieu,” (The Spirit of Laws, Book II, 1.) (W)

  • Tekerk her zaman saltık güç ile yönetir ve yasalar onun istenci tarafından belirlenir.
  • Montesquieu daha genel “despot” terimini daha özel “tiran” yerine kullanmayı ister.

 



 
 
   
  • Despot karışır.
  • Despotizm tarihe izin vermez.
  • Despotik kültür istençsiz, eylemsiz, ve değişime kapalıdır.
  • Despotik kültür politikasız kültürdür, çünkü politika özgürlük ve etiktir.
  • Etik özgür toplumların sorunudur.
  • Etik özgür istencin sorunudur.
  • Despotizm toplumun istençsizliği koşulunda olanaklıdır.
  • Despotik kültürde politika kavramına uygun değildir.
  • Despotik kültür etik-dışı ya da etik-öncesidir.
  • Yurttaşlık istencine yabancı despotik bilincin yaptığı şey politika değildir.
  • Despotik kültürde politika etnik, mezhepsel ve ideolojik itkiler ve dürtüler tarafından depolitize edilir.
  • Bir despotun ussal yanı uyruklarının moronluğundan duyduğu utançta sergilenir.
 
 
World map representing Human Development Index categories (based on 2018 data, published in 2019).
 
  0.800–1.000 (very high)
  0.700–0.799 (high)
  0.550–0.699 (medium)
  0.350–0.549 (low)
  Data unavailable
 
  • Despotik kültürler İnsan Gelişim İndeksinde alt sıraları doldurur.
  • BM perspektifinde, İnsan Gelişim İndeksi yaşam süresi, eğitim, ve kişi başına gelir parametreleri ile saptanır.
  • İnsan Doğası Kavramına göre, ‘insan gelişimi’ estetik, etik ve entellektüel gelişimi ilgilendirir.

 

  • Despotik kültürde eğitim kültürün değişmeksizin yeniden-üretimine indirgenir.
  • Despotik eğitim etik gelişim değildir ve geleneğin yinelemesinde sonuçlanır.
  • Despotik eğitim insan gelişimini değil, insan gelişiminin engellenmesini sağlar.
 

📂 Developed country

Developed country (W)

  Data unavailable
Classifications by the IMF and the UN.

 



 
  • Klasik Batı uygarlığı tarihsel olarak despotik Pers kültürü için başlıca problem oldu.
  • Pers despotizmi homo sapiensin etik ve entellektüel gelişimine olanak tanımadı.
  • Özgürlük bilinci doğmadıkça, ne felsefe, ne bilimler, ne güzel sanatlar, ne de etik yaşam gelişebilir.
  • Pers despotizmi özgür Helenik tin için de gözdağı oldu.
  • Tarihsel olarak Batı Pers despotizminin birincil nefret nesnesi oldu.
 
  • Genel olarak despotik kültürde etik oluş sürecinde değildir, çünkü despotik kültür istenci bastırır.
  • Despotik kültür gelenek kültürüdür ve gelenek değişim ve gelişime kapalı kültürel pıhtılaşmadır.
  • Despotik yaşam geleneğin ve alışkanlığın yinelemesi olarak ölüm ile birdir.
  • Çin, Hindistan, Japonya yalıtılmış kültürler olarak tarihsel gelişimden yoksun kaldılar.

 

  • Despotik kültür ahlaksızdır.
  • Despotun egemenliği altında duran halk durumunda, uysallık ya da korku etik karakteri gelişimini engeller.
  • Halk, kitle, yığın istençsiz olduğu için tüm despotlar — sözde devrimciler, dinciler, popülistler — halklara, kitlelere, yığınlara kur yapar.

 

  • Tekerklikte politika tekerkin istencidir.
  • Tekerklik istençsiz etnik halkların yasa egemenliği altında yaşamalarını olanaklı kılan biricik politik biçimdir.
  • Evrensel özgürlük bilincinin gelişmesi tekerkliğin sonudur.
  • Ulus imparatorluğa son verir.
 

 




🛑 DEMOKRASİ

  • Demokrasi halkın değil, ulusun egemenliğidir.
  • Halk istençsizdir.
  • Yurttaş yasama gücünü kendi istencinde bulan özgür bireydir.
  • Ulus yurttaşların politik istencidir.

 

  • Demokrasi (δημοκρατία/demokratia) yurttaş toplumunun politik-etik biçimidir.
  • Demokrasi duyunç tarafından onaylanan etik norm üzerine, kendinin bilincinde olan istenç üzerine dayanır.
  • Özgürlük bilincinin politik anlatımı olması olgusu demokrasiye sürekli gelişim karakterini verir, çünkü istenç sonlu hiçbir belirlenimde durup kalmaz, duyunç gerçekten iyi ve doğru olmayan hiçbir belirlenimi sonsuza dek aklayamaz.
  • Demokrasi yasamanın evrensel insan hakları ile tam uyum içinde edimselleşmesine doğru sürekli gelişimidir.

 

  • Demokrasinin sınırlı biçimlerinin de ‘demokrasi’ olarak kabul edilmesi bu rejimlerde halkın büyük bir bölümünün özgür yurttaşlık bilincini kazanmış olmasına bağlıdır.
  • Kent-devleti ulus-devlet değildir.
  • Antik Helenik kent-devletlerinde yalnızca özgür erkekler yurttaşlar olarak tanınıyordu.
  • Antik demokraside kadınlar ve köleler özgür yurttaşlar olarak görülmüyordu.
  • Modern demokrasi Amerika ve Avrupa’daki doğuşunda da benzer kısıtlamalar altında idi.
  • Birçok demokratik Batı ülkesinde kadınların ve etnik, ırksal ve dinsel grupların bir bölümünün politik eşitliği 20’nci yüzyıl ortalarına dek tanınmadı.

 




📹 2020 05 26 PoF CB (VİDEO)

📹 2020 05 26 / Politik Felsefe

Partiler; Laiklik; Etnisite.

 




🛑 Devlet Politik İstençtir

Devlet Politik İstençtir

 
Devlet İdeası —
  • (a) evrensel insan haklarını kapsar (“doğal hak” terimi ile anlatılmak istenen şey);
  • (b) duyunç özgürlüğünü kapsar (pozitif hakların “moral” aklanma olanağı);
  • (c) duyunç tarafından aklanmış hak olarak yasa egemenliğini kapsar.
 
 
 
  • Devletin ussallığı evrensel istencin bireysel istenç ile birliğinden oluşur.
  • “Ussallık, soyut olarak görüldüğünde, genel olarak evrenselliğin ve tekilliğin baştan sona yayılan birliğinden oluşur.” (TzF, § 258 Not)
  • Tikel Birey gerçek, saltık özgürlüğünü ancak evrensel Devlette, ancak evrensel-küresel etik yaşamda bulur.

 

  • Devlet etik yaşamın tamamlanışıdır.
  • Etik yaşamın edimselleşmesi olarak Devlet istencin en son ereğidir.
  • Devlet kendini nesnesi olarak almış ve ereğinde kendini edimselleştirmiş istençtir.
  • Devlette bireysel istenç karşısında kendisi ile bir olan genel istenci bulur.

 

  • Modern reel devlet kendini bilen İstenç olarak kendi İdeasına doğru kesintisiz değişim ve gelişim sürecidir.
  • Duyunç özgürlüğü yasaları sürekli akış durumunda tutar ve onları gerçek etik yaşamın edimselleşmesine doğru sürekli olarak düzeltir.

 

  • İstenç Devlette egemen olarak edimselleşir ve Devlet özgürlüğün tam edimselleşmesidir.
  • Devletin egemenliği ulusun ya da yurttaşın egemenliğidir, çünkü ulus ya da yurttaş özgürdür.

 

  • Devlet Aile durumunda olduğu gibi salt duygu birliği ve Yurttaş Toplumu durumunda olduğu gibi salt çıkar birliği değildir.
  • Devlet eksiksiz etik yaşamdır.

 

  • Etnik öğe Devletten Devletliğini alır.
  • ‘Etnik-devlet’ bir oxymoron, tarihsel bir anomalidir.
  • Modern “ulus-devlet” kavramı politikanın ulusun işi olduğunu anlatır.

 

  • İstenç güçtür.
  • Güç olarak İstenç monarşiler bağlamında yalnızca tikelliğin egemenliği ve nüfusun istençsizliği iken, modern demokratik Devlette bireysel istencin ve evrensel istencin birliğidir.

 

  • Egemen olmayan devlet bir devlet değildir.
  • Devlet “organized control over a human community (W)” değildir, çünkü “topluluk” politik bir yapı değildir.
  • Bir değerler birliği olarak topluluk toplumun tikel-kültürel bir bölümüdür (burada devleti ve toplumu ilgilendiren ve kaygılandırabilecek şey topluluğun yasallığıdır).

 


Tikel Partiler ve Genel İstenç

 

  • Politik partiler devlete egemen değildir, çünkü ulus-devlet ulus ve devletin birliği, ulusun egemenliğidir.
  • Parti bölüngüdür ve partiler çoğulluğu toplumun etnik, dinsel ve ideolojik eğilimlerinin türlüğünün anlatımıdır.
  • Postmodern moronluğa doyum verecek bir insan hakları türlülüğü saçmadır.

 

  • Bir partinin devleti yönetmesi tikel bir bölüngünün ulusun bütünü üzerindeki gücünü imler.
  • Etnik parti tikel etnik grubun tikel etnik gücünü temsil eder ve ulus-devlet kavramına aykırıdır.
  • Dinsel parti tikel bir inanç biçiminin üstünlüğünü amaçlar ve devlet, din ve politika kavramlarına aykırıdır.

 

  • İdeolojik partinin ereği politikanın ve devletin ortadan kaldırılmasıdır.
  • İdeolojik bir partinin programı zor ve şiddet yoluyla herhangi bir tikelliği egemen kılmaktır.
  • İdeolojik parti bir zor yoluyla egemenlik olarak parti dışındaki toplumu politik istencini sindirir.
  • İdeolojik bölüngü salt bölüngü-egemenliği ya da parti-devlet olarak evrensel insan hakları ile bağdaşmaz.
  • ideolojik parti modern ulus-devletin oluş sürecinde despotik artığın politik direncini temsil eder.
 
  • Devlet bireysel istencin İdea ile bir sözleşmesi değildir.
  • Sözleşme ortaya bir egemen güç çıkarmaz, ve bozulabilirdir.
  • Sözleşme çoklu istenç olarak istenç kavramına uygun değildir ve ancak bir üst yetke koşulu altında işler.
  • Sözleşme devlet kuramı devletin egemenliği ile bağdaşmaz.

 

  • “Hükümet” ve “genel istenç” arasında bir sözleşme anlamsızdır, çünkü genel istenç egemendir ve hükümet yalnızca onun bir işlevidir.
  • Sözleşmenin güvencesi bir üst yetkenin gücü tarafından sağlanır.
  • Devlet durumunda herhangi bir üst yetke yoktur.
  • Hobbes’un “Toplumsal Sözleşme” hipotezi gerçekte önlemesi gerektiği iç savaşın kendisinin doğrudan nedeni olacaktır, çünkü toplumun bir bölümü özgürlüğünü ve tüm haklarını egemene devretmeye hazır kölelerden oluşurken, yurttaşlık haklarından vazgeçmeyen özgür bölüm buna karşı çıkacaktır.

 



🛑 Devlet Kuramları

Tikel Devlet Kuramları
 
  • Devlet kuramcılığın bir kurgusu değil, “doğal hak” denilen hak kavramının bir yapıtı, türe ve özgürlük ile bir olan politik istencin tüm gizilliğini edimselleştirmesidir.
  • Reel devletler Devlet olma sürecinde geçici duraksamalardır.
  • Yeterince haklı olmayan ve yeterince haksız olan bu pozitif devletlerin varoluşlarını sürdürmede diretmeleri kültürün değişime direncidir.
  • Pozitif devlet hakkın yetersiz realitesinin haksızlığıdır.

Devletin nasıl olması gerektiği konusundaki görüşler despotik bilincin kurgularıdır ve istencin oluş süreci olarak edimsel tarihin kendi içerisine düşer ve silinirler.

Tarihsel Devletler


  • Hobbes insanlığa kişisel olarak yeğlediği kendi devlet modelini önerdi. Korku temeli üzerine bir devlet kurgulayan bu materyalist düşünür insanı salt bencil bir doğa-yaratığı olarak ve Devleti salt sağ-kalmanın bir aracı olarak tasarımlar (İyi bir materyalist olan Hobbes için devlet “politik bir cisim,” ve etik “fiziğin bir dalı”dır).
  • Locke için de Devlet insanı insandan korumanın bir aracıdır.
  • Görgücü-olgucu devlet görüşlerinde insan özgürlükten ve moral nitelikten yoksundur.
  • Uygar kültürden bütünüyle uzakta şekillenen görgücü kuramlar haz ve acı duyguları ya da yararlık gibi etmenleri İyinin belirleyicisi olarak kabul ederler.

 

  • Tarihsel devlet biçimleri Devlet İdeasına öykünmelerdir ve bu yetersizlikleri onları bir sonlu istençler türlülüğü olarak birbirinden ayrı, birbirine karşıt ve düşman tikellikler olarak belirleyen etmendir.
  • Tarih istencin oluş sürecidir ve kültürel pıhtılaşma (birincil olarak Çin, Hindistan) tarihsel gelişimin sonudur.

 

  • “Doğal Hak” terimi Evrensel İnsan Hakları kavramını anlatmanın biraz uygunsuz bir yoludur. Ve gene de hoş bir terimdir.
  • “Doğal Hak” kavramını yadsıyan bakış açıları kaçınılmaz olarak yapay-öznel devlet kuramları üretmeye yönelirler.
  • “Doğal Hak” kavramı usdışı devlet kuramlarının öznel temelleri ile karşıtlık içinde devlete nesnel bir temel sağlar.
  • İdeal devlet yapısının evrensel hakkın ussallığı tarafından belirlenmesi İdeanın nesnelliğinin olağan çıkarsamasıdır.
  • Devletin ussallığı insana sunulan tanrısal bir iyilik değil, İstencin ereğinin İyiden başka birşey olamamasının sonucudur.
  • Devletin varlığına hayret etmek ya da hayran olmak İstencin varlığına hayret etmek ya da hayran olmaktır.

 

  • Politik yetkenin yurttaştan başka güçlere ait olması ön-modern dönemin karakteristiğidir.
  • Ön-modern despotik kültürde istençsiz halk politik yetkenin meşruluğunun kaynağıdır.

 

  • Genel İstenci tanımayan ideolojinin terminolojisinde “altyapı” terimi içgüdü, dürtü, itki gibi terimlere eşdeğer olarak kullanılır (ideoloji bu bakımdan “haz ve acı duygularını” moral güdüler olarak kabul eden görgücülük ile aynı zeminde durur).

 



🛑 Devlet Kavramı ve Devlet Olgusu

Devlet Kavramı ve Devlet Olgusu
  • Varolan devletlerin Devlet İdeasına öykünmeler olması onların Politik Kuram için temel alınmasını (pozitivizm, materyalizm) geçersiz kılar.
  • Varolan devletler realiteleri Kavramlarına karşılık düşmeyen kötü devletlerdir.
  • Devletin etik karakteri onun (1) Evrensel İnsan Hakları, (2) Duyunç Özgürlüğü, ve (3) Yasa Egemenliği olmasında kendini gösterir.
  • Bu belirlenimlere karşılık düşmeyen devlet zorunlu olarak ortadan kalkar.
  • Bu belirlenimler pozitif tikellikler değil, evrenselliklerdir.

 

  • Devlet evrensel İstençtir (Rousseau).
  • Evrensel olmak tikellerin Evrenseli olmak demektir. Bu düzeye dek, tikel özbilinçler Devletin belirli varlığını somutlaştıran yurttaşlardır.
  • Tikel özbilinçler arasındaki sözleşme ilişkileri olumsaldır, olabilir ya da olmayabilir.
  • Rousseau’nun sözleşme Devlet-kuramı ‘evrensel İstenç’ Kavramını gerçekliği içinde değil, soyut olarak alır ve Devleti tikel istençlerin Özencine bağımlı kılar.

 

  • Modern Devlet özgür Yurttaşın özbilinçli İstencidir.
  • Modern Yurttaş Devletin yalnızca uyruğu değil, onun özü ve tözüdür.
  • Devlet dünyanın milyarları için ya henüz yalnızca boyun eğilecek dışsal bir egemen güçtür (örneğin Çin, İran), ya da henüz etik yaşama bütünüyle yabancı düşlemsel bir realitedir (Hindistan).
  • Tıpkı evrensel Hakkın pozitif tüzeden daha çoğu olması gibi, Devlet de onun reel biçimlerini temsil eden tikel tarihsel Devletlerden daha çoğudur.
  • Baskıcı olan, korku temelinde işleyen, birer aptallık yapıtı olan devletler sefil kültürlerin eşit ölçüde sefil devletleridir.
  • Tarihte ilk kez Modern demokratik Devlet bireyin Yurttaş olarak İstencinin anlatımıdır.
  • Kavranan ilkenin ya da İdeanın bilinçlere yerleşmesi yüzyılları ya da binyılları gerektirir.
  • Modern demokratik Devleti önceleyen tüm Devletlerde yurttaştan ayrı olan ve Yasaları kendisi belirleyen tikel bir Özenç, bir keyfi İstenç egemendir.

 

  • Özgürlük bilincinden yoksun ön-modern kültürde Yasa egemenin buyruğudur (legal pozitivizmin istediği gibi).
  • Legal pozitivizm devletin moral yargıdan bağımsız olduğunu ileri sürer.
    Özgürlük bilincinden yoksunluk moral yargıdan da yoksunluktur.
 
  • “Bireysellik Devletin İdeasının kendisinin kıpısı iken, buna karşı tikellik Tarihe aittir.” :: “sie [Besonderheit] ist Moment der Idee des Staates selbst, während die Besonderheit der Geschichte angehört.” (TzF, § 260 Ek)

 




🛑 Etik Türdeşlik

Etik Türdeşlik

  • Etik sınır tanımaz.
  • Etik türdeşlik evrensel insan haklarının bilincinde olmak, duyunç özgürlüğünü ve yasa egemenliğini tanımaktır. Bu hak, ahlak ve etik belirlenimleri insan doğasına özünlü evrensellerdir. Etik türdeşlik dışsal bir programın yapay ürünü değil, insanın ussal doğasının tam açınımıdır.
  • Eğitim insanın özsel doğasına uygun etik biçimi kazanma sürecidir. Kültürün önemi ve değeri akışkanlığında insan doğasının ideale doğru eğitimi olmasında yatar. Eğitim kültürel biçimlerin sürekli ortadan kaldırılmasının olanağı ve zemini olarak özgürlüğü ya da istenci gerektirir.
  • Tarihsel süreçte görünen etik türlülük gerçekte etik-dışının türlülüğüdür, İdeanın değil. Etik türdeşlik ister, ve etik gelişim sürecinin sergilediği türlülük görünüşü gerçekte etik-karakterin henüz gelişmemiş olmasının sonucudur. “Küreselleşme” denilen etik gelişim sürecinin ereği özgürlük ideasının belirlediği türdeş etik yaşamdır.
  • İdeanın gerektirdiği “gelişim” süreci etiğin kendisinin alışkanlık karakterini olumsuzlar. Alışkanlık statiktir; istenç dinamiktir. Etik normların pıhtılaşması duyuncun dışlaşmasının anlatımıdır ve moral yargının sona erdiğini ve dışsal despotik bir gücün iş başında olduğunu ele verir.
 
Birey yalıtılmış olarak olanaksızlık ya da hiçliktir. Tam tersine, birey ancak karşıtında kendini bulduğu ölçüde bireydir. Birey ve Toplum çelişkisi bu düzeye dek ancak soyut düşünce için çözümsüzdür. Bir yanda Bireycilik ve öte yanda Toplumculuk olarak soyut ideolojiler anlağın karşıtlığın birliğini anlamayan soyut düşüncesinin ürünleridir.

 




🛑 Gerçeklik ve Kavram

Gerçeklik ve Kavram
 

Gerçek etik yaşam gerçek Aile, gerçek Toplum ve gerçek Devlet yapılarından oluşur.

“Gerçek” sözcüğü “kavramına uygun” olanı anlatır ve buna göre “gerçek etik” kavramına uygun” ya da “ideal” etik demektir. Benzer olarak, örneğin “gerçek bir dost,” “gerçek bir devlet adamı,” gerçek bir sanat yapıtı” vb. ile demek istediğimiz şey bunların “fiziksel,” “cisimsel” varlıkları değil, kavramlarına uygun olmalarıdır. Bu anlamda alındığında, genel olarak “gerçeklik” sözcüğü genel olarak “kavrama uygunluk” demektir.

Realite ile oluş dünyasını anlıyorsak, “gerçeklik = realite” denklemi geçersizdir. Gerçek olan — ki ideal olan ile aynıdır — değişmezdir, göreli değil ama saltıktır ve genel olarak gelişimin ereğidir.

Olgu gerçek değildir. Sonlu olana gerçeklik yüklemek kaçınılmaz olarak aptallaşmaya götürür çünkü bilgi geçici, yitici olguların değil, evrensellerin bilgisidir. O zaman dikkatsiz düşünce gerçek olmayan, geçici ve yitici olan, henüz bir değişim ve gelişim süreci olan “realite”ye idealitenin değer ve anlamını yüklemeye başlar.

Kendi dilinde “gerçeklik” gibi özsel bir sözcüğün olmadığını kuşkusuna kapılarak onu anlatmak için yabancı bir dilden arkaik bir “hakikat” sözcüğünü getirmek gerçek bir beyinden yoksunluğu ele verir.

Latince kökenli olan ve “res/şey” sözcüğünden türetilen “realite” sözcüğü bilincin önünde uçuşan belli belirsiz bir tasarımdır, ve doğal bilincin sözcüğe yüklediği her anlam görelidir.

“Realite” sözcüğüne karşılık olarak “olgusallık” anlatımı kullanılabilir, ve “olgu” sözcüğü “realite”nin anlatması gerekeni “şey”den daha iyi anlatır. Ama “olgu” ilkin soyut bir kavramdır, ve belirli olgu öznenin ona yüklediği kavramlar yoluyla öznelerin kendileri ile göreli olmaktan kaçamaz. Pozitivistin dünyanın yapı taşları olarak aldığı tüm sonlu olgular toplamı en iyisinden bir doxa nesnesidir, bir bilgi nesnesi değil.

“Faktizität” sözcüğü de benzer anlam sorunları ile yüklüdür (“Wirklichkeit; Tatsächlichkeit, Gegebenheit” gibi sözcükler ile anlamdaş olarak kullanılır). Türkçe gerçeklik sözcüğü “Wahrheit,” “truth,” “vérité” gibi sözcükler ile anlamdaştır.

 




🛑 Kavram ve Realite

Kavram ve Realite
 
  • Kavram devleti devlet, yasayı yasa, istenci istenç, doğayı doğa, tini tin, insanı insan yapan nesnel biçimdir.
  • Eğer bir devlet gerçekten “devlet” ise, eğer ne kadar kötü olursa olsun gene de bir “devlet” ise, bir ölçüde de osa “devlet” kavramına katıldığı ya da ondan pay aldığı için “devlet”tir.
  • Reel Devlet realitesini ona biçim veren Devlet ideasına borçludur.
  • Devlet durumunda, Kavram içeriği istenç olan bir realitenin biçimidir.
  • Reel devlet, bir olgu olarak devlet, varolan devlet bu belirliliğini kavramına borçludur.
  • Devlet kavramı etik yaşamı, aile ve toplum kavramlarını kapsayan daha yüksek bir etik yaşam biçimini anlatır. Ve etik bir belirlenim olarak alındığında, yine hak ve ahlak kavramlarını kapsayan daha yüksek etik yaşam olarak görünür.
  • Hak kavramı kendinde evrenseldir ve devlet kavramı hak kavramını evrenselliği içinde kapsar.
  • Her devlet salt kendi kavramı gereği hak kavramını evrenselliği içinde tanımak zorundadır.
  • Bu nedenledir ki insan haklarını evrensel ölçekte kapsamayan devletler, “devlet” olarak geçerli olsalar da, kötü devletler, devlet kavramına uygun düşmedikleri ölçüde gerçeklikten yoksun devletlerdir.
  • Bir devletin gerçek devlet olması devlet kavramı ile tam uyum içinde olması, devlet kavramına uygun olan devlet olması demektir.
  • İmparatorluklar tekerklikler olarak, tekil istencin güç yapıları olarak devlet kavramına karşılık düşmezler ve ancak uyrukların istençsizliği koşulunda varolan geçici politik biçimlerdir.
  • Ve imparatorluklar bile, birer devlet oldukları düzeye dek, insan haklarını evrensel ölçekte tanımak zorundadırlar.
  • Aynı zamanda duyunç özgürlüğünü tanımak zorundadırlar.
  • Ve aynı zamanda yasa egemenliğini tanımak zorundadırlar.
  • Ama tekerklikler oldukları düzeye dek kötü devletlerdirler ve evrensel insan haklarının bilincinin doğuşu ile birlikte ortadan kalkmanın yoluna girerler.

 




🛑 Görelilik ve Etik

Görelilik ve Etik

 

  • Kültürel gerilik kültürel görelilik değildir.
  • İdea bir homo sapiens yapımı değildir.
  • Kültür bir homo sapiens yapımıdır.
  • İdeanın karakteri saltık olmaktır.
  • Kültürün karakteri göreliliktir.

 

  • Kültürün kendinde İdeaya öykünme olması onu kendini saltık olarak görme yanılsamasına götüren etmendir.
  • Her kültür kendi için değerlidir, kendi ile göreli olarak değerlidir, ve bu onu değişime dirençli ve tutucu kılan olgudur.
  • Değer geçici ve göreli değil, kalıcı ve saltıktır.
  • Kültürün karakteri değersiz olanı değerli saymaktır.

 




🛑 İstenç ve Duyunç

İstenç ve Duyunç
 
  • İstek doğaldır, İstenç tinsel.
  • İstek zorunludur, İstenç özgür.
  • İtkiler, dürtüler, içgüdüler doğal olarak ve zorunlu olarak etkindir, türeyişleri kendiliğindendir.
  • İstenç düşünen, ussal istek olarak özgürlüktür ve kendini bilinçli olarak belirler.
  • İstenç doğal istekler ile uyum içinde olabilir.

 

  • Kendini nesne alan İstenç olarak Duyunç dürtüsel, itkisel güdüleri moral nitelikleri açısından yargılar.
  • Duyunç moral yargıda bulunma yetisidir.
  • Duyunç zorunlu olarak İyi olanı aklar.
  • Duyunç iyi olanı kötü olandan ayırdetmek için kendisinden başka bir ölçüte gereksinemez ve iyi olanı aklamaması ve kötü olanı aklaması olanaksızdır.

 

  • İstenç başkası-için-varlık değil, kendi-için-varlıktır.
  • İstenç ancak istenci, ancak kendini istediği zaman özgürdür.
  • İstenç-olmayanı, kendisinden başkasını isteyen istenç bağımlıdır, özgür değil ve dolayısıyla istenç değildir.
  • Bu bağlamda, isteksizlik olarak istençsizlik ‘özgürlük’ olarak görünür (sözde Nirvana durumu).
  • Ama bu negatif özgürlük insanlık-dışıdır ve insandan insanlığını alan bir soyutlamadır.
  • İstencin genel olarak birşeyi istemesi onun evrenselliğini tikelliğe, sınırlamaya, kısıtlamaya indirger.

 

  • İstenç İyi olanı ister ya da istediği İyidir.
  • Kötüyü isteyen istenç kötüyü iyi olarak ister.
  • İyinin sözde meta-etiği bu kavramsal zorunlukta yatar.
  • “İnsan İyiyi niçin ister?” sorusu İstenç kavramını dikkate almadıkça hiçbir yanıt bulamaz.

 

  • İstenç kavramı Erek kapsar, ya da İstenç kendinde Erektir ve Erekte nesnelleşen yine başlangıçtaki öznel İstencin kendisidir.
  • Erek erişilmiş İstençtir.
  • İstencin Ereği istencin kendini nesnelleştirmesidir ve İstenç kendini ancak kendini nesnelleştirerek karşısında bulur.
  • Bu başkalıkta kendinde olmak somut, gerçek özgürlüktür.

 

  • İstenç kavramı gereği İyiyi ister.
  • İstenç kendi Ereğidir ve Aracı ve Amacı kendisidir.
  • Erişilen Erek edimselleşmiş ve Erek olmaya son vermiş Erektir.
  • Özgür toplum etik gelişim sürecindedir ve Tarih bütününde ideal etiğin oluş sürecidir.
 
İstenç

 

  • İstenç değişimdir.
  • İstenç ereğine erişinceye dek etkin ve eylemdedir.
  • İstenci Ereği kendine erişmektir.
  • İstenç tüm etik değişimin kaynağı, aracı ve ereğidir.
  • İstencin etkinleşmesinin olanağı istencin öz-bilincidir.

 




🛑 “Doğal Hak”

“Doğal Hak”

 

  • “Doğal Hak” anlatımı genel olarak “pozitif hak” ile karşıtlığı anlatmak için kullanılır.
  • “Doğal hak” anlatımı hakkın evrenselliğini ve ussal temelini anlatmak için de amaçlanır.
  • “Doğal Hak” kötü bir terimdir, çünkü hak doğal değildir.
  • Hak, İstenç, Özgürlük, Türe, Ahlak, Etik “doğal” değil, “tinsel”dir,
  • Bu bağlamlarda “doğa” sözcüğü “Us” ya da “Tanrı” ile eşanlamlı olarak kullanılır.
  • “Doğal Hak” vb. bağlamında “doğal” sözcüğü “doğuştan” olanı belirtir ve o zaman sözcük kavramların duyu-verileri vb. yoluyla kazanılmış olmadığını, ama insan doğasına özünlü olduklarını anlatır.

 

  • Platonik nesnel İdeaların insan usunun da İdeaları olması bilginin olanağıdır.
  • İyi İdeasının bilgisi evrensel etik yaşamın olanağıdır.
  • Tikel iyiler göreli ve geçicidir.
  • Gerçek tikel İyi evrensel İyi ile çakıştığı düzeye dek İyidir

 

 

Güç ve Hak
  • Politik güçler çoğulluğu hakkın evrenselliği ile bağdaşmaz.
  • Doğal Zor etmeni hak ile çatıştığı düzeye dek devlet kavramına özünlü değildir.
  • Nerede güç egemen ise orada devlet yoktur ya da gücün varlığı devletin yokluğudur.
  • Devlet güçtür çünkü istençtir. Ve tikel ve genel istencin birliği olarak devlet saltık olarak bir güç sorunu değildir.
  • Her bir tikel istencin güç olduğu yerde hiçbir güç yoktur çünkü herkesin gücü evrensel gücün kendisidir.
  • İstenç güç olarak egemendir ve hiçbirşeye altgüdümlü olamaz.

 




🛑 Etnisite ve Ulus

Etnisite ve Ulus

 


La Statue équestre de Gengis Khan.
 
   

Etnik karakter etik değildir.

Salt etnik karakteri ile belirlenen göçebe insan moral nitelikten de yoksundur çünkü özgür değildir. Yasa tanımaz çünkü kendi tikel etnik kimliğine gömülü olarak, evrensel yasayı tanımaz. Yasa da etnisiteye saygı göstermez.

Göçebe mülkiyet bilincinden de yoksun olduğu için tecim nedir bilmez ve yağmayı yeğler. Moğolların kitle kıyımlarının da eşliğinde şiddet yoluyla kurdukları imparatorluğun başlıca güdülerinden biri talan hırsı idi. 

  • Etnik gruplar ister göçebe ister yerleşik olsunlar istençsizliklerinden ötürü önder gereksinimi içindedirler.
  • Etnik dünya her zaman bir “postmodern” dünya, bir kültürel türlülük dünyasıdır.
  • Etnik gruplar tikellikleri ya da görelilikleri zemininde başka etnik gruplar ile ya hoşgörü ya da iç-savaş ilişkisi içindedir. 


Etnik küme henüz bir kümedir, henüz tüzel, moral ve etik bir yapı değildir. Bu kümeler toplumsal, ulusal, dinsel belirlenimleri olmayan türsel insanların soyut bilinçlerine ortak mitsel (gök, yer olarak doğal), soysal (ata olarak doğal) ve yerel (bölge olarak doğal) belirlenimler yüklemeleri yoluyla oluşur. Etnik kültürlerde insan doğasına özünlü hak, ahlak ve etik kavramları etkin değildir.

 İstençsiz etnik kalabalıklar bir önderin istenci altında kolayca etnik imparatorluklar oluşturur. Ama bu göçebe imparatorlukları önderin yitmesi ile birlikte yiter. 

  • Etnik grup dinsel bir topluluk değildir. Şamanizm, şintoizm, budizm, “büyü dinleri” denilen şeyler ve fetişizm genel olarak din için zorunlu olan Tanrı kavramından yoksundur.
  • Etnik grup bir gereksinimler dizgesi olarak bir bütün oluşturan toplum değildir.
  • Etnik grup özgürlük ve egemenlik tarafından belirlenen ulus değildir.
  • Etnik karakter homo sapiensin büyüme sürecinde ortadan kaldırılması zorunlu olan alt ve geri evrelerden birini temsil eder.
 
  • Etnisite istenç terimlerinde değil, dil, mit ve simge terimlerinde tanımlanır.
  • Etnik tikelcilik evrensellik kapsayan dinsel belirlenime karşıttır.
  • Etnik karakter insan haklarının, duyunç özgürlüğünün ve yasa egemenliğinin bilinçsizidir.
  • Etnik gruplar hak sorunlarını güç ve şiddet yoluyla çözerler.
  • İstençsiz etnik gruplar ön-modern dönemde ancak tekerlik altında yasa egemenliğine boyun eğerler ve barışçıllaşırlar.
  • Etnik grupların ilişkileri temelde güç ve savaş ilişkileridir (savaş “politikanın sürdürülmesi” değildir).
  • Etnik grup istençsizliği zemininde politik değildir.
 
  • Etnik terimlerde politika yapılamaz, çünkü politikanın zemini özgürlüktür.
  • Etnisitenin tikelliği kendini evrensellikten bütünüyle soyutladığı zaman sonuç etnik temizliktir.

 




 
 
 

🛑 Farabi (872-950)

Farabi (872-950)

Farabi (872-950)
  • Transoxiana’da (Maveraunnehir) Farab’da doğdu; etnik olarak Türk ya da Türkmen kökenli idi (Pers kökenli olduğunu ileri süren yaşamöyküleri de vardır).
  • Tam adı: Abu Nasr Muhammad İbn Muhammad İbn Tarkhan İbn Awzalagh al-Farabi.
  • “He was a native speaker of a Turkic dialect, Soghdian.” (Joshua Parens, An Islamic Philosophy of Virtuous Religions, 2006, s. 6).
  • Yirmi yaşlarının başında Bağdad’ta yerleşti ve Arapça’yı orada öğrendi.
  • Abbasiler döneminde etnik ve dinsel ayrımlara ilgisiz bir kültürde yaşadı.
  • Buhara, Merv, Harran, Konstantinopolis, Halep , Kahire ve Şam’da bulundu.
  • Çok sayıda yer, din, etnik grup ve dil ile tanıştı.
  • Zamanın Abbasi egemenlerinin saygı ve desteğini kazandı.
  • Bağdad’ta dönemin atmosferi büyük ölçüde kozmopolitan idi.
  • Bağdad’ta 850-950 arasında parlama dönemine giren “Bilgelik Evi” bir kütüphane idi ve klasik Yunan metinlerinin çevrilmesi ve bilimsel ve felsefi metinlerin incelenmesi için kullanıldı.
  • Halifeler klasik metinleri çevirme ve incelenme etkinliğini desteklediler.
  • Farabi mantık, fizik, etik, politika ve müzik gibi değişik konularda yüzün üzerinde kitap yazdı.
  • Euklides’in Öğeler’ i ve Ptolemi’nin Almagest’ i üzerine çözümlemeler üretti.
  • Müzik kuramı üzerine yazdı ve kendisi usta bir müzisyen idi.
  • Mantık Farabi’nin birincil çalışma alanı idi.
  • Dini felsefeye öykünme olarak gördü ve felsefenin dini zamanda öncelediğini belirtti.
  • Klasik felsefeyi İslamın yayılmakta olduğu dünyaya tanıttı.
  • İkinci Aristoteles olarak kabul edildi.
 


Abbasilerin gerilemesi ve Fatımidlerin yükselişi (yklş. 900-1000)
 
Abbasilerin görkeminin sönmeye başladığı yıllarda yazan Farabi politik kuramını başlıca 1200 yıl kadar önce yazan Platon’un erdemli kent modeli üzerine dayandırır — ama bu kez kent-devletinin sınırlarını küresele doğru genişleten yeni bir ölçekte. Henüz insanlığın kendini yönetme erdemini kazanmamış olduğu bir dönemde, erdemli devlet ancak erdemli bir egemenin yönetimi altında olanaklıdır. Farabi bir felsefeci-yasamacı konumunda olan erdemli prens ve felsefi elit tarafından yönetilen kent modelini 10’uncu yüzyılda Roma uygarlığı tarafından tanımlanan bir tarihsel geçiş evresinde evrensel bir çözüm olarak tasarlandı.

Farabi’nin modeli ne Abbasilerin yaklaşmakta olan sonunun engellenmesi ile ilgilidir, ne de İslamik dünyasal politika ile uyum içinde işlemesi olanaklı Platonik bir dünyasal politik çözüm arama girişimidir. Farabi’nin modeli dinsel değildir, çünkü din felsefeye bir öykünmedir ve felsefe zamanda dini önceler. Farabi’nin felsefi tablosunda din politik istençten yoksun halkların simgesel-imgesel realitesine aittir ve kaçınılmaz olarak öyle kalacaktır. Henüz evrensel-ussal bir insan doğası kavramı etkin değildir.

Farabi’nin ussal politik modeli olması gerektiği gibi saltık olarak evrenseldir ve Platonik idealin Arap dünyasına bir uyarlaması ve yerelleştirilmesi olmaktan bütünüyle uzaktır. Bedevi toplumlar için bir devlet modeli tasarlamak devlet kavramının kendisine aykırıdır. Farabi kent-devletleri ile ve imparatorluklar ile ilgilenir ve onları idealize etmekten daha ötesini yapması olanaklı değildir. Ama böyle “ideal” modeller tarihsel-kültüreldir, “ideal” değil. Zorunlu olarak homo sapiensin entellektüel gelişiminin erken bir evresinin terimlerinde betimlenirler ve felsefe henüz bu tarihsel koşulların ötesinde yatan kavramlara ulaşmış değildir. Bu erken politik kurgular henüz bir tür olarak homo sapiense özünlü istenç yetisinin bir bilincinden yoksundur, ve evrensel istenç kavramının evrensel yokluğunda, genel bir istençsizlik durumunda, egemen ancak bir tekerk olabilir. Egemenlik ve yurttaş toplumu kavramlarının insan bilincinde doğması için Farabi’den Rousseau’ya yüzyıllReel tarihin kendisi gerçekte Platonik ideanın Platon’un kendisinin düşüncesinden kaçan evrenselliğini doğrulamada gecikmedi. Pozitif bir olgu olarak, ilkin Avrupa’da birçok ülkenin milyonlarının serflikten özgür yurttaş bilincine yükselmesi, Türkiye’de kulluk durumuna tutsak olan milyonların istençlerinin özbilincinde olan etik yurttaş karakterine yükselmesi karşısında, Platon’un kendi ideasının gerektirdiği çıkarsamaların gerisine düşüyor görünür. İdea kuramsal olarak evrenseldir, ve realitede de evrenseldir. Platon ve Aristoteles ve onları izleyen Farabi evrensel insan hakları kavramının bilincine ulaşmadılar ve erdemli bir kral tarafından erdemli olmaya eğitilen bir erdem kenti yaratmanın biricik çözüm yolu olduğunu düşündüler. Erdem övgüsü modern kültürde bile henüz modadır ve bugün de sık sık ona aşağı yukarı bir kült gibi yaklaşılır. Modern dönemde erdem yalnızca bireysel bir sorun değil, evrensel bir etik sorundur. Aile, toplum ve devletin gerçek kavramlarına doğru gelişimleri tarafından tanımlanan modern etikte erdem ussal etik normların yaşanması ile aynı şeydir. Politika kent-devleti ölçeğinin çok ötesinde, tüm küreye yayılan ideadır. Ve politik olarak, demokrasi yalnızca erdemli kenti temsil etmez. Daha çoğunu, küresel etiğin biricik olanağını temsil eder.

Kendi etik potansiyelinin bilinçsizi olan halk ancak yönetilebilir ve doğallıkla egemenin olanaklı en iyisi olması biricik istenebilecek seçenek olarak kalır.

(İki egemen ya da bir egemenler çokluğu, iki istenç ya da bir istençler çokluğu egemenliğin ve istencin yokluğu demektir. Bu nedenle, ya da kavramsal olarak, egemenlik bölünmezdir, birdir.)arca sürecek bir entellektüel büyüme süresi geçecektir.

 
  • Farabi’nin politik felsefesi Platon’un politik felsefesi üzerine dayanır.
  • Tüm kentler “erdemli-kent” olmalıdır ve “erdemli kent” modeli tüm egemenlerin felsefeci-kral olmaları üzerine koşulludur.
  • “Erdemli kent”in halkı ancak erdemli egemen tarafından yönetilebilir.
  • Farabi’de Tanrı Aristoteles’in Devinmeyen Devindiricisi, “kendini düşünen düşünme” ile özdeştir.

 



🛑 Politik Belitler / Fusul Al-Medeni

Politik Belitler

 
  • Fusul Al-Medeni Farabi’nin (872-950) yaşamının son yıllarında üretildi.
  • Saklanan elyazmalarından yalnızca birinin başlığı vardır: “Devletadamının Aforizmalarının Kitabı.”
  • Çalışma için çoğunlukla “Seçme Belitler” başlığı kullanılır.
  • Devletadamı ya da politikacı ile ilgili olarak tasarlanan çalışma 96 Politik Belit kapsar.
 


G: Academie' Platon; griech. Philosoph; Athen 427 v. Chr. - ebd. 437 v.Chr. / - 'Academie' (Platon und seine Schüler im Garten des Akademos, der sog. Platonischen Akademie, nordwestlich von Athen). - Stahlstich, um 1850, von Johann Poppel (1807-1882), nach dem Gemälde, 1834, von Antal Jozsef Strohmayer (gestorben nach 1882). Berlin, Slg.Archiv f.Kunst & Geschichte.

E: 'Academy' Plato, Greek philosopher, Athens 427 BC - Athens 437 BC. - 'Academy'. (Plato and his pupils in the Garden of Akademos, the so-called Platonic Academy, north-west of Athens). - Steel engraving, c.1850,by Johann Poppel (1807-1882), aft.the painting, 1834, by Antal Jozsef Strohmayer (died aft.1882). Coll. Archiv f.Kunst & Geschichte.

 
 

🛑 Çeviriler Üzerine Not

Çeviriler Üzerine Not

İngilizce çeviriler Charles Buttersworth (2001) ve D. M. Dunlop (1961) tarafından.

Fusul Al-Madani’nin Dunlop tarafından yapılan ve iki elyazması (the Chester Beatty, no. 3714; ve Bodleian, Hunt., no. 307) üzerine dayanan çeviri 1961’de yayımlandı (daha önce 1952’de yayımlanan bir çevirisi için LINK). Dunlop “Aphorism of Statesman” başlığını kullandı.

Buttersworth çevirisi Fauzi M. Najjar tarafından yayıma hazırlanan “Selected Aphorisms” üzerine dayanır. Najjar’ın kullandığı elyazması birincil olarak Muhsin Mahdi’nin Diyarbakır Merkez Kütüphanesinde (no. 1970) bulduğu bu daha eski ve daha güvenilir metindir. Bu elyazması Dunlop tarafından bilinmiyordu. Ek olarak, Mahdi yine Dunlop’un bilmediği bir başka Türkçe elyazması daha buldu (Istanbul Millet Kütüphanesi, Feyzullah, no. 1279). Najjar ayrıca yine Dunlop tarafından bilinmeyen iki elyazmasını daha kullandı (Tahran Üniversitesi, Merkez Kütüphanesi, Mishkat, no. 250, ve Tahran Üniversitesi, “Ilahiyyat” Fakültesi, no. 695).

 



 

 



🛑 Politik Belitler § 1-32



Farabi
Politik Belitler
FUSUL EL-MEDENİ
Selected Aphorisms
Charles Buttersworth (2001)
Bunlar eskilerin [Platon ve Aristoteles] kentlerin nasıl yönetileceği ve kalkındırılacağı, onlarda yaşayan insanların yaşamının nasıl iyileştirileceği ve mutluluğa doğru yöneltileceği ile ilgili sözlerinden birçok temel irdelemeyi kapsayan bağımsız belitlerdir. Selected aphorisms that comprise the roots of many of the sayings of the Ancients concerning that by which cities ought to be governed and made prosperous, the ways of life of their inhabitants improved, and they be led toward happiness.
[A. RUH VE BEDEN ARASINDAKİ VE SONRA RUH VE POLİTİK YAPI ARASINDAKİ ANDIRIMLAR.] [A. ANALOGIES BETWEEN THE SOUL AND THE BODY AND THEN BETWEEN THE SOUL AND THE BODY POLITIC.]
§ 1 (Buttersworth)/1 (Dunlop) [Ruh ve beden andırımı]
Sağlık ve hastalık beden gibi ruha da aittir. Ruhun sağlığı durumlarının ve parçalarının durumlarının onun her zaman iyi ve güzel şeyler yapmasını ve soylu eylemlerde bulunmasını sağlayan durumlar olmasıdır. Hastalığı durumlarının ve parçalarının durumlarının her zaman sefil ve kötü işler ve çirkin (ya da aşağılık) eylemler yapmasına götüren durumlar olmasıdır. Bedenin sağlığı onun durumlarının ve parçalarının durumlarının ruhun eylemlerini en tam ve eksiksiz tarzda yapmasını sağlayan durumlar olmasıdır — beden ya da parçaları tarafından yapılan eylemler ister iyi ister kötü eylemler olsun. Hastalığı durumlarının ve parçalarının durumlarının ruhun beden ya da bedenin par- çaları yoluyla olan eylemlerini yapmamasını, ya da onları eksik ya da başka bakımlardan uygun olmaksızın yapmasına götüren durumlar olmasıdır.

§ 2/2 [Ruhun durumlarının erdemleri ve erdemsizlikleri]
Ruhun bir insanın iyi şeyler yapmasını ve soylu eylemlerde bulunmasını sağlayan durumları erdemlerdir, ve onu kötü şeyler yapmaya ve çirkin eylemlerde bulunmaya götürenler erdemsizlikler, eksiklikler ve aşağılık niteliklerdir.

§ -/3 [Ruh ve beden; devletadamı ve doktor]
Tıpkı beden sağlığının bedenin yapısının bir dengesi olması ve hastalığının dengeden bir sapma olması gibi, kentin sağlığı ve düzgünlüğü de onda yaşayanların etik alışkanlıklarının bir dengesi, ve hastalığı etik alışkanlıklarında bulunan bir uygunsuzluktur. Beden yapısında dengeden saptığı zaman, onu yeniden dengeye getiren ve orada tutan doktordur. Yine böyle, kent onda yaşayanların etik alışkanlıkları açısından dengeden saptığı zaman, düzgünlüğü yeniden kazandıran ve onu orada tutan devletadamıdır. Böylece devletadamı ve doktor eylemlerinde ortak iken, sanatlarının nesneleri açısından ayrıdırlar. Çünkü birincinin nesnesi ruhlar ve ikincinin nesnesi bedenlerdir. Ve tıpkı ruhun bedenden daha önde olması gibi, devletadamı da doktordan daha önde gelir.
1. Aphorism. The soul has health and sickness just as the body has health and sickness. The health of the soul is for its traits and the traits of its parts to be traits by which it can always do good things, fine things, and noble actions. Its sickness is for its traits and the traits of its parts to be traits by which it always does evil things, wicked things, and base actions. The health of the body is for its traits and the traits of its parts to be traits by which the soul does its actions in the most complete and perfect way, whether those [24] actions that come about by means of the body or its parts are good ones or evil ones. Its sickness is for its traits and the traits of its parts to be traits by which the soul does not do its actions that come about by means of the body or its parts, or does them in a more diminished manner than it ought or not1 as was its wont to do them.

2. Aphorism. The traits of the soul by which a human being does good things and noble actions are virtues. Those by which he does evil things and base actions are vices, defects, and villainies.

3. Aphorism. Just as the health of the body is an equilibrium of its temperament and its sickness is a deviation from equilibrium, so, too, are the health of the city and its uprightness an equilibrium of the moral habits of its inhabitants and its sickness a disparity found in their moral habits. When the body deviates from equilibrium in its temperament, the one who brings it back to equilibrium and preserves it there is the physician. So, too, when the city deviates from equilibrium with respect to the moral habits of its inhabitants, the one who brings it back to uprightness and preserves it there is the statesman. So the statesman and physician have their two actions in common and differ with respect to the two subjects of their two arts. For the subject of the former is souls and the subject of the latter, bodies. And just as the soul is more eminent than the body, so, too, is the statesman more eminent than the physician.
§ 4/3 [Devletadamı ve doktor andırımı]
Bedenleri sağaltan doktordur, ve ruhları sağaltan devletadamıdır ki, ona kral da denir. Ama doktorun bedenleri iyileştirmedeki amacı onların durumlarını ruhun iyi ya da kötü şeyler yapmasını sağlayan durumlar yapmak değildir. O yalnızca onların durumlarını ruhun beden ve parçaları tarafından yerine getirilen eylemlerinin en eksiksiz eylemler olmasını sağlayan durumlar yapmayı amaçlar — bu eylemler ister iyi ister kötü olsun.

Bedeni iyileştiren doktor bunu yalnızca bir insanın gücünü arttırmak için yapar — insan üstün gücünü ister iyi ister kötü işlerde kullansın; ve gözü iyileştirenin amacı onun aracılığıyla görüşün eksiksiz olabilmesidir — kişi onu ister yapması gerekende ve onu iyi yapanda, isterse yapmaması gerekende ve onu aşağılık yapanda kullansın. Buna göre ruhun sağlık ya da hastalığını bu yolda irdelemek doktor olarak doktorun değil, ama devletadamının ve kralın görevidir. Çünkü devletadamı politik sanat yoluyla ve kral krallık sanatı yoluyla nerede sanatını kullanmanın gerekli olduğunu, kimler üzerinde kullanmanın ve kimler üzerinde kullanmamanın gerekli olduğunu, ve bedenler için ne tür sağlığın sağlanmasının gerekli olduğunu ve ne tür sağlığın sağlanmamasının gerekli olduğunu belirler.

§ 5/4 [Andırım sürüyor. Devletadamının bilmesi gerekenlerin düzeyi ve sınırları]
Tıpkı bedenleri iyileştiren doktorun bir bütün olarak bedeni ve parçalarını, bütün bedeni ve parçalarından her birini etkilemeye yatkın olan hastalıkları, bunların niçin ve bir şeyin hangi miktarlarından olduğunu, onları sona erdirmenin yolunu, ve bedende ve parçalarında göründükleri zaman bedende ortaya çıkan eylemlerin eksiksiz ve tam olmalarını sağlayan durumları bilmesi gibi, ruhları iyileştiren devletadamı ve kral da bir bütün olarak ruhun ve parçalarının, onu ve her bir parçasını etkilemeye yatkın eksiklik ve erdemsizliklerin, bunların nereden ve bir şeyin hangi miktarlarından geldiğinin, ruhun bir insanın iyi şeyler yapmasını sağlayan durumlarının neler ve sayıca kaç olduğunun, erdemsizliklerin kentlerin insanlarından nasıl uzaklaştırılacağının, onları [erdemleri] yurttaşların ruhlarına yerleştirme aygıtının ve sona ermesinler diye onlar arasında saklanmaları için davranış yönteminin bilgisine gereksinir. Ama ruh hakkında yalnızca sanatında gereksindiği kadarını bilmesi gerekir, tıpkı doktorun beden, marangozun tahta ve nalbantın demir hakkında yalnızca sanatında gereksindiği kadarını bilmesinin gerekmesi gibi
4. Aphorism. The one who cures bodies is the physician; and the one who cures souls is the statesman, and he is also called the king. However, the intention of the physician in curing bodies is not to make its traits such that the soul does good things or wicked ones by means of them. Rather, he intends only to make its traits such that by means of them the actions of the soul coming about by means of the body and its parts are more perfect, whether those actions are wicked things or fine ones.

The physician who cures the body does so only to improve a human being’s strength, regardless of whether he uses that improved strength in fine things or wicked ones. The one who cures the eye intends thereby only to improve sight, regardless of whether he uses that in what he ought and becomes fine or in what he ought not and becomes base. Therefore, to look into the health of the body and its sickness from this perspective is not up to the physician insofar as he is a physician, but up to the statesman and the king. Indeed, the statesman by means of the political art and the king by means of the art of kingship determine where it ought to be done, with respect to whom it ought to be done and with respect to whom not done, and what sort of health bodies ought to be provided with and what sort they ought not to be provided with.

5. Aphorism. The physician who cures bodies needs to be cognizant of the body in its entirety and of the parts of the body, of what sicknesses occur to the whole of the body and to each one of its parts, from what they occur, from how much of a thing, of the way to make them cease, and of the traits that when attained by the body and its parts make the actions coming about in the body perfect and complete. Likewise, the statesman and the king who cure souls need to be cognizant of the soul in its entirety and of its parts, of what defects and vices occur to it and to each one of its parts, from what they occur, from how much of a thing, of the traits of the soul by which a human does good things and how many they are, of the way to make the vices of the inhabitants of cities cease, of the devices to establish these traits in the souls of the citizens, and of the way of governing so as to preserve these traits among them so that they do not cease. And yet he ought to be cognizant of only as much about the soul as is needed in his art just as the physician needs to be cognizant of only as much about the body as is needed in his art, and the carpenter with respect to wood or the smith with respect to iron only as much as is needed in his art.
   
[B. İNSAN RUHU, ERDEMLERİ VE ERDEMSİZLİKLERİ.] [B. THE HUMAN SOUL, ITS VIRTUES AND VICES.]
§ 6/5 [Özdek ve Biçim]
Kimi cisimler yapay ve kimileri doğaldır. Yapay olanların örnekleri bir koltuk, bir kılıç, cam ve benzerleridir. Doğal olanların örnekleri insan ve başka hayvanlardır. Her biri iki şeyden, özdek ve biçimden yapılır. Özdek örneğin bir sandalyenin tahtası, ve biçim örneğin bir sandalyenin şekli, e.d. kareliği, yuvarlaklığı vb.dir. Özdek gizil olarak bir sandalyedir, ve biçim yoluyla edimsel olarak bir sandalye olur. Doğal bir cismin özdeği öğeleridir, ve biçim her birini ne ise o yapan şeydir. Cinsler özdeklere, ve türler biçimlere benzerdir.

§ 7/6 [Ruhun parçaları ve yetileri]
Ruhun beş ana parçası ve yetisi vardır: Besinsel, duyusal, imgesel, itkisel ve ussal.
A. Genel olarak, beslenme yetisi besin üzerinde, besin yoluyla, ya da besinden belli bir eylemi yerine getirir.
Besin üç tiptir: Birinci, ara ve son. Birinci tip ekmek, et, ve henüz sindirilmeye başlamamış herşeydir. Sonuncusu onun tarafından beslenen üye gibi oluncaya dek tam olarak sindirilendir: Eğer üye et ise, besinin et olması yoluyla ettir; eğer kemik ise, kemik olması yoluyla kemiktir. Ara tip iki alt bölüme ayrılır. Biri kanın ondan gelmesi için hazır oluncaya dek midede ve bağırsaklarda karıştırılmış olan, ve ikincisi kanın kendisi.
Beslenme yetisi çeşitli alt-yetiler kapsar: Sindirim, büyüme, üreme, çekme, tutma, ayırdetme ve dışlama yetileri. Sözcüğün sağın anlamıyla, beslenme süreci her bir üyede toplanan kanı o üyenin kendisi gibi oluncaya dek parçalayan süreçtir.
Sindirim süreci
(a) midedeki ve bağırsaklardaki ilk besini kan üretmeye hazır oluncaya dek parçalayan ve sonra bu hazırlananı örneğin karaciğerde kan oluncaya dek karıştıran süreçtir.
(b) Büyüme yetisi besin yoluyla gelişmekte olan üyenin büyüklüğünü tüm boyutlarında her bir üye için olanaklı en son büyüklüğe ulaşıncaya dek arttıran yetidir.
(c) Üreme yetisi son tipe, e.d. kana yakın olan besinin fazlasından bir başka beden üreten yetidir ve bu beden türde besininden fazlanın ortaya çıktığı bedene benzerdir. Bu yeti iki türdür: Yeni doğanın özdeğini veren dişi, ve biçimini veren erkek. Bu ikisinden türde bir başkasına benzer bir hayvan varoluşa gelir.
(d) Çekici yeti besini bir yerden bir yere çeken yetidir, ta ki beslenen bedene ulaşıncaya ve böylece onunla ilişkiye girerek onunla karışıncaya dek.
(e) Tutucu yeti besini ulaştığı bedenin kabında saklayan yetidir.
(f) Ayırdedici yeti öyle bir yetidir ki, besinin aşırı miktarlarını ve besin türlerini ayırder ve sonra her bir üyeye ona uygun olanı iletir.
(g) Dışlama yetisi fazlalık besinin değişik türlerini bir yerden bir başkasına dışlayan yetidir.
B. Duyu yetisi herkesin bildiği beş duyudan biri yoluyla algılayan yetidir.
C. İmgesel yeti duyu algılarının izlerini bunların duyular ile ilişkisinden sonra saklayan yetidir. Bu izlenimlerin bir bölümünü değişik bileşimlerde başkaları ile bileştirir ve bir başka bölümünü birçok yolda başkalarından ayırır. Bunlardan bir bölümü doğru ve bir bölümü yanlıştır, ve bu hem uyanıklık hem de uyku durumunda yer alır. Bu yeti ve beslenme yetisi, geri kalan yetilerden ayrı olarak, uykuda etkin olabilir.
D. İtki yetisi hayvanın bir şeye doğru itilmesini sağlayan yetidir ve sonuçta orada şey için istek ve isteksizlik, onun peşinden gitme ve ondan kaçma, yeğleme ve kaçınma, kızgınlık ve hoşnutluk, korku ve yüreklilik, sertlik ve şefkat, sevgi ve nefret, tutku, kösnü ve ruhun başka ilinekleri varoluş kazanır. Bu yetinin aletlerinin tümü de kendileri yetilerdir ki onlar yoluyla tüm üyelerin ve bir bütün olarak bedenin devimleri kolaylaştırılır, örneğin ellerin kavrama, bacakların yürüme yetisi, vb.
E. Ussal yeti bir insanın uslamlama yapmasını sağlayan yetidir. Derin düşünme onunla gelir, bilimler ve sanatlar onunla kazanılır, ve eylemlerde soylu ve aşağılık olan onunla ayırdedilir. Bölümsel olarak kılgısal ve bölümsel olarak kuramsaldır. Kılgısal yeti bölümsel olarak beceri sorunu ve bölümsel olarak düşünseldir.
Kuramsal yeti üzerlerinde etkide bulunabileceğimiz ya da bir durumdan bir başkasına değiştirebileceğimiz türde olmayan varlıkları—örneğin üçün tek ve dördün çift sayı olması gibi—bilmesini sağlayan yetidir. Örneğin üçü üç olarak kalmayı sürdürürken çift olacağı bir yolda değiştiremeyiz, ne de dördü henüz dört iken tek olacağı bir yolda değiştirebiliriz; oysa bir tahta parçasını, her iki durumda da tahta olarak kalmak üzere, kare olduktan sonra yuvarlak olacağı bir yolda değiştirebiliriz.

Kılgısal yeti üzerlerinde etkide bulunabileceğimiz ve bir durumdan bir başkasına değiştirebileceğimiz türde şeylerin ayırdedilmesini sağlayan yetidir. Bir beceri ya da sanat içeren şey örneğin marangozluk, tarım, tıp, denizcilik gibi becerilerin kazanılmasını sağlayan şeydir. Düşünme içeren yeti birşey yapmayı istediğimiz zaman yapmayı istediğimiz şey üzerine düşünmemizi sağlayan yetidir, örneğin onu yapmanın olanaklı olup olmadığını, ve eğer olanaklı ise eylemi nasıl yerine getirmemiz gerektiğini bilmeyi istediğimiz zaman olduğu gibi.
6. Aphorism. Some bodies are artificial and some are natural. The artificial are like a couch, a sword, glass, and similar things. The natural are like human beings and the rest of the animals. Every one of them is joined together from two things, one of which is matter and the other form. The matter of an artificial body is like the wood of a couch, and the form is like the shape of the couch, namely, its being square, round, or otherwise. Matter is potentially a couch; by means of the form it becomes a couch in actuality. The matter of a natural body is its elements, and the form is that by which each becomes what it is. Genera are similar to matters, and differentiae are similar to forms.

7. Aphorism. There are five major parts and faculties of the soul: the nutritive; the sense perceptive; the imaginative; the appetitive; and the rational.
[a] In general, the nutritive is the one that carries out a certain action upon, by means of, or from, nutriment.
There are three types of nutriment: primary, intermediate, and final. The primary is like bread, flesh, and all that has not yet begun to be digested. The final is that which has been completely digested until it has become similar to the member that is nourished by it: if the member is flesh, then insofar as that nutriment becomes flesh; and if it is bone, then [by becoming] bone. The intermediate is of two types. One is that which is cooked in the stomach and intestines until it has become prepared for blood to come from it, and the second is blood.
Of the nutritive there are the digestive, growing, procreative, attracting, retentive, distinguishing, and expelling faculties. The more appropriate way to speak about8 the nutritive is that it is what simmers the blood, reaching each and every member until it becomes similar to that member.
The digestive is what simmers the primary nutriment in the stomach and intestines until it becomes prepared for blood to come from it, then what cooks this preparation — in the liver, for example — until it becomes blood.
The growing is what, by means of nutriment, increases the quantity of the member in all its dimensions during development until each member reaches its ultimate possible size.
The procreative is what — from the surplus of nutriment close to the final, namely, the blood — makes another body similar in kind to the body from whose nutriment the surplus overflowed. These are of two sorts. One gives matter to what is procreated, namely, the female; and the other gives it form, namely, the male. From these two, it comes to be that an animal coming into being from another is similar to it in kind.
The attracting is what attracts the nutriment from place to place until it arrives at the body being nourished so as to come into contact with it and blend with it.
The retentive is what preserves nutriment in the vessel of the body it has reached.
The distinguishing is what distinguishes the surplus amounts of nutriment and the sorts of nutriment, then distributes to every member what resembles it. The expelling is what expels the sorts of surplus amounts of nutriment from place to place.
[b] The sense perceptive faculty is the one that perceives by means of one of the five senses of which everyone is cognizant.
[c] The imaginative is the one that preserves the traces of sense perceptions after their absence from the contact of the senses, brings about different combinations of some with others, and separates some from others in many different ways—some of these being accurate and some being false. And this occurs both in waking and in sleep. This and the nutritive, apart from the rest of the faculties, may be active in sleep.
[d] The appetitive faculty is that by which the appetition of an animal for something comes about and by which there is longing for something, loathing for it, seeking and fleeing, preference and avoidance, anger and contentedness, fear and boldness, harshness and compassion, love and hatred,9 passion, desire, and the rest of the accidents of the soul. The tools of this faculty are all of the faculties by which the movements of every one of the members and of the body in its entirety are facilitated, such as the faculty of the hands for strength, the legs for walking, and other members.
[e] The rational faculty is the one by which a human being intellects, carries out deliberation, acquires the sciences and arts, and distinguishes between noble and base actions. Of it, there is practical and theoretical. Of the practical, some involves skill and some calculation. The theoretical is that by which a human being has knowledge of the beings that are not such that we can act upon them or alter them from one condition to another. Three, for example, is an odd number and four an even number. It is not possible for us to alter three so that it becomes even while remaining three, nor four so that it becomes odd while remaining four, though it is possible for us to alter wood so that it becomes round after having been square while remaining wood in both conditions.

The practical is what distinguishes the things such that we act upon them and alter them from one condition to another. What involves skill or art is that by which crafts such as carpentry, farming, medicine, and sailing are acquired. What involves calculation is that by which we deliberate10 about [30] something we want to do when we want to do it, whether it is possible to do or not and, if it is possible, how that ought to be done.
§ 8/7 [Etik ve ussal (entellektüel) erdemler ve erdemsizlikler]
Erdemler iki türdür, etik ve ussal. Ussal erdemler ussal parçanın erdemleridir, örneğin bilgelik, anlak, akıllılık, kavrayış keskinliği, anlama üstünlüğü gibi. Etik erdemler itkisel parçanın erdemleridir, örneğin ılımlılık, yüreklilik, eliaçıklık ve türe gibi. [Benzer olarak, erdemsizlikler bu yolda bölünür ve, bölümlerin her birinin alanı içerisinde, sıralanmış olanların ve bunların amaçlarının aykırılarıdır.]

§ 9/8 [Etik erdemler ve erdemsizlikler alışkanlık sonucu]
Etik erdemler ve erdemsizlikler yalnızca tikel bir yatkınlıktan başlayan eylemlerin belli bir dönem boyunca birçok kez yinelenmesi ve onlara alışılması yoluyla doğar ve ruha yerleşir. Eğer bu eylemler iyi edimler ise, ruh için ortaya çıkan erdemdir; ama eğer kötü iseler, onun için ortaya çıkan şey bir erdemsizliktir, tıpkı sanatlar, örneğin yazı sanatı durumunda olduğu gibi. Çünkü yazma eylemlerini birçok kez yineleme ve kendimizi onlara alıştırma yoluyla bizim için yazma sanatı ortaya çıkar ve bizde yerleşir. Eğer yinelediğimiz ve kendimizi alıştırdığımız yazma eylemleri kötü ise, bizde kötü yazma, ama eğer iyi ise, iyi yazma yerleşir.

§ 10/9 [Bir erdemin ya da erdemsizliğin büyümesinin ruhbilimsel açıklaması]
Bir insan daha başından doğal olarak bir erdem ya da kusur ile donatılı olarak yaratılamaz, tıpkı doğal olarak bir dokumacı ya da yazıcı olarak yaratılamayacağı gibi. Ama bir erdemin ya da erdemsizliğin koşullarına doğal olarak yatkın olması olanaklıdır, çünkü böyle eylemler onun için başka eylemlerden daha kolay olabilir, tıpkı yazma eylemlerine ya da bir başka sanatın eylemlerine bunların onun için başka herhangi birşeyin eylemlerinden daha kolay olmasından ötürü doğal olarak yatkın olması gibi. Böylece karşıt yönde işleyen hiçbir dış güç olmayınca doğallıkla birinciden onun için daha kolay olanı yapmaya geçer. Bu doğal yatkınlıktan bir erdem olarak söz edilmez, tıpkı bir sanatın eylemlerine doğru doğal yatkınlıktan bir sanat olarak söz edilmemesi gibi. Ama erdemli eylemlere doğru doğal bir yatkınlık varsa ve o eylemlerin yinelenmesi ile ruhta tam olarak o eylemlerin kendilerini doğuran bir durum ortaya çıkıyorsa, o zaman alışkanlık yoluyla yerleşen durumun bir erdem olduğu söylenir. Doğal duruma ne bir erdem ne de bir erdemsizlik denir, üstelik ondan yalnızca tek bir tipte eylemler doğsa bile. Doğal durumun bir adı yoktur, ve eğer biri ona bir erdem ya da erdemsizlik dese bile, bu yalnızca sesdeşlik [homonymity] nedeni iledir, ve birinin anlamının ötekinin anlamı olmasına bağlı değildir. Bir insan alışkanlığa bağlı durumdan ötürü yerilir ya da övülür. Öteki için ne övülür ne de yerilir.
8. Aphorism. The virtues are of two sorts, moral and rational. The rational are the virtues of the rational part such as wisdom, intellect, cleverness, quick-wittedness, and excellent understanding. The moral are the virtues of the appetitive part such as moderation, courage, liberality, and justice. Likewise, the vices are divided in this manner and are, within the compass of each of the divisions, the contraries of these that have been enumerated and of their purposes.

9. Aphorism. The moral virtues and vices are attained and established in the soul only by repeating the actions coming about from that moral habit many times over a certain time [period] and accustoming ourselves to them. If those actions are good things, what we attain is virtue; and if they are evil things, what we attain is vice. It is like this with arts such as writing. For by our repeating the actions of writing many times and accustoming ourselves to them, we attain the art of writing and it becomes established in us. If the actions of writing we repeat and accustom ourselves to are bad, wretched writing is established in us; and if they are excellent actions, excellent writing is established in us.

10. Aphorism. It is not possible for a human being to be endowed by nature from the outset possessing virtue or vice, just as it is not possible for a human being to be endowed by nature as a weaver or a scribe. But it is possible for one to be endowed by nature disposed for virtuous or vicious actions in that such actions are easier for him than other actions, just as it is possible to be disposed by nature for the actions of writing or of another art in that its actions are easier for him than other actions. Thus from the outset he is moved to do what is by nature easier for him when he is not prompted to its contrary by some prompting from outside. That natural disposition is not said to be a virtue, just as the natural disposition for the actions of an art is not said to be an art. But when there is a natural disposition for virtuous actions and those actions are repeated, a trait is established by custom in the soul, and those very actions issue forth from it, then the trait established by custom is what is said to be a virtue. The natural trait is not called a virtue nor a defect even if one and the same action issues forth from it. The natural ones have no name. If someone calls them a virtue or a defect, he calls them so only due to homonymity, not due to the meaning of the latter being the meaning of the former. Those [actions] due to custom are those for which a human being is praised or blamed, whereas a human being is not praised or blamed for the others.
§ 11/10 [Erdemlerin sanatların andırımı]
Doğallıkla etik ve ussal tüm erdemlere tam olarak yatkın olan birinin varolması güçtür ve olası değildir, tıpkı doğal olarak tüm sanatlara yatkın olan birinin varolmasının olası olmaması gibi. Benzer olarak, tüm kötü eylemlere doğal olarak yatkın olan birinin varolması da güçtür ve olası değildir. Gene de her iki durum da olanaksız değildir. Çok sık olarak, her insan belli bir erdeme ya da belli bir sayıda erdeme, ya da belli bir sanata ya da belli sanatlara yatkındır, öyle ki bu insan birine yatkındır, bir başkası bir başkasına, ve bir üçüncüsü bir üçüncü erdeme ya da sanata.

§ 12/11 [Alışkanlığın etkileri. Erdem ve erdemsizliğin aşırıları]
Erdeme ve erdemsizliğe doğru doğal durum ve yatkınlıklara onları andıran etik nitelikler eklendiği ve alışkanlık yoluyla yerleştiği zaman, insan bununla eksiksizleşir, ve ister iyi ister kötü olsunlar bir kez onda yerleşen böyle durumların yitmesi güçtür. Eğer herhangi bir zamanda doğallıkla tam olarak tüm erdemlere yatkın olan biri varsa ve bunlar alışkanlık yoluyla onda yerleşirse, bu insan erdemde insanlığın çoğunda bulunan erdemlere daha üstündür, öyle ki hemen hemen insan erdemlerinin ötesine insandan daha yüksek bir sınıfa geçer. Eskiler bu insana tanrısal derlerdi. Bunun aykırısını, tüm kötü eylemlere yatkın olanı, kendisinde o kötü edimlerin durumlarının alışkanlık yoluyla yerleştiği insanı ise hemen hemen insansal kötülüğün ötesine, daha da kötü olanın alanına yerleştirdiler. Kötülüğünün aşırılığından ötürü onun için bir ad bulamadılar, gerçi zaman zaman ona “yaban hayvanı” ya da buna benzer bir ad vermiş olsalar da. Birinci tip varolduğu zaman, onların görüşünde kentlere hizmet eden bir devletadamı olmaktan daha yüksek bir düzeyde idi ve gerçek kral olarak tüm kentleri yönetmesi gerekirdi. İkinci tipe gelince, eğer varolacak olsaydı, ne herhangi bir kenti yönetir ne de ona hizmet eder, ama tüm kentlerden sürülürdü
11. Aphorism. It is difficult and unusual that someone exist who is completely disposed by nature for all the virtues, moral and rational, just as it is difficult that someone exist who is naturally disposed for all the arts. Similarly, it is difficult and unusual that someone exist who is naturally disposed for all the evil actions. Yet neither matter is impossible. More often, everyone is disposed for a certain virtue, virtues of a definite number, a certain art, or a definite number of certain arts. So this [individual] is disposed for one thing,14 another disposed for another thing, and a third [individual] disposed for some third virtue or art.

12. Aphorism. When to the natural traits and dispositions for virtue or vice are added the moral habits resembling them and they are established by custom, that human being is [33] as complete as can be with respect to that thing. It is difficult for a trait established in a human being to be removed, whether it be good or evil. When at some time someone exists who is completely disposed by nature for all of the virtues and they are then established in him by custom, this human being surpasses in virtue the virtues found among most people to the point that he almost goes beyond the human virtues to “a higher class of humanity.” The Ancients used to call this human being divine. The one contrary to him and disposed to all of the evil actions, in whom the traits of those evils are established by custom, they almost place beyond the human evils to what is even more evil. They have no name for the excess of his evil and sometimes call him a beast and similar names. It is rare for these two extremes to be found in people. When the first exists, he is of a higher rank according to them than being a statesman who serves one of the cities. Rather he governs all cities and is the king in truth. When the second happens to exist, he does not rule any city at all, nor does he serve it; rather, he goes away from all cities
§ 13/12 [Alışkanlığın etkileri. Erdem ve erdemsizliğin aşırıları]
Bir erdeme doğru durumların ve doğal yatkınlıkların bir bölümü alışkanlık yoluyla yok edilebilir ve değiştirilebilir, öyle ki ruhta yerlerine onlara aykırı durumlar geçebilir. Başkaları bozulabilir ve bütünüyle yitmeksizin güçte zayıflatılabilir ve zarar görebilir. Daha başkaları ise yok edilemez ve değiştirilemez, ne de güçlerine zarar verilebilir; ama onlara karşı direnerek ve ruh onların eylemlerinden kısıtlanarak, çarpışarak ve çabalayarak onlara karşı çıkılabilir, öyle ki insan her zaman onların eylemlerinin tersini yapar. Benzer olarak nitelikler kötü olduğu ve ruhta alışkanlık yoluyla yerleştiği zaman, onlar da aynı bölünmeye uğrar.

§ 14/13 [Erdem ve öz-denetim ayrıdır]
Kendini tutan insan ve erdemli insan arasında bir ayrım vardır, e.d. kendini tutan insan, gerçi iyi edimlerde bulunmakla erdemli eylemlerde bulunuyor olsa da, kötü eylemleri sever ve ister ve istekleri ile çarpışır. Eylemlerinde durumunun ve isteğinin onu yapmaya götürdüğünün karşıtını yapar. İyi edimlerde bulunur, ve gene de onları yerine getirirken acı çeker. Erdemli insan eylemlerinde durumunun ve isteğinin onu yapmaya götürdüğü şeyi izler ve iyi edimlerde bulunur, onları sever ve ister, onlarda acı değil ama haz duyar. Bu birinin duyduğu yeğin bir acıya dayanma ve hiç acı çekmeme ya da acı duymama arasındaki ayrım gibidir. Ve ılımlı insan ve kendini tutan insan için de aynı şey geçerlidir. Ilımlı insan yalnızca yeme, içme ve eşeysel ilişki konularında yasanın (sunnah) onun için saptadığını yapar, ve bunu yasanın saptadıklarından başka herhangi birşey için istek ya da özlem duymaksızın yapar. Kendini tutan insan aşırı ve yasanın saptadıklarına aykırı olan şeyler için istek duyar. Yasanın eylemlerini yapar ama isteği ona karşıttır. Gene de kendini tutan insan birçok konuda erdemli olan insana benzer bir durumda olabilir
13. Aphorism. Some natural traits and dispositions for virtue or vice may be completely removed or altered by custom so that contrary traits are established in the soul in their stead. With others, their power is broken, weakened, and made defective without their being completely removed. And others are not removed or altered, nor is their power made defective; but they are resisted by endurance, by restraining the soul from their actions, by contending, and by withstanding until a human being always does the contraries of their actions. Similarly, when bad moral habits are established in the soul by custom, they are also divided in this manner.

14. Aphorism. There is a difference between the one who is self-restrained and the one who is virtuous. That is, even if the one who is self-restrained does virtuous actions, he does good things while having a passion and a longing for evil. He contends against his passion and resists what his trait and his yearning inspire him to do. He does good things and is irritated at doing them. The one who is virtuous follows what his trait and his yearning inspire him to do. He carries out good things while having a passion and a longing for them, and he is not irritated at [doing] them; rather, he takes pleasure in them. That is like the difference between the one who endures the severe pain he encounters and the one who is not pained and does not feel pain. Similarly, there is the one who is moderate and the one who is self-restrained. The one who is moderate does only what traditional law requires of him with respect to eating, drinking, and sexual intercourse, without having a desire or a longing for what is in addition to what the traditional law requires. The longing of the one who is self-restrained is excessive with respect to these things and other than what the traditional law requires. He does the actions of the traditional law, while his yearning is for their contrary. Yet the one who is self-restrained may take the place of the one who is virtuous with respect to many matters.

§ 15 [Egemen ve erdem]
Övgüye değer etik [karakteri olan ve] ruhunda hiçbir erdemsizlik eğilimi bulunmayan kişi kendini tutan kişiden her birinin sahip çıktığı erdem açısından ayrıdır. Eğer kentlerin yöneticisinin övgüye değer erdemleri varsa ve övgüye değer edimleri karakter durumları ise, o zaman salt kendini tutan birinden daha erdemlidir. Öte yandan, eğer yurttaş ve kentlerin kalkınmasını sağlayan biri kendini yasanın gerekleri ile uyum içinde kısıtlıyorsa, erdemlerinin doğal olması durumunda olacağından daha erdemlidir.

Bunun nedeni kendini tutan kişinin ve yasaya sarılan kişinin savaşım erdemine sahip çıkmasıdır. Eğer bir egemen olarak değil de bir yurttaş olarak hata yaparsa, egemenler onu düzeltecektir; suçu ve bozulması ondan daha öteye gitmez. Bununla birlikte, egemenin dürüstlüğü krallıkta yaşayanlar tarafından paylaşılır. Böylece eğer herhangi bir hata yaparsa, bozulması yanındaki birçoklarına yayılır. Erdemleri doğal ve karakter durumları olmalıdır, ve onun için yeterli olacak bir ödül düzelttiği insanlarda ortaya çıkardığı şeydir.

§ 16/14 [Kötü edimler ve önlemler]
Kötü edimler kentlerden ya insanların ruhlarında yerleşen erdemler yoluyla, ya da insanların öz-­dayatımlı kısıtlama altına getirilmesi yoluyla yiter. Herhangi bir insandan gelen kötülük ya ruhunda erdemin yerleştirilmesi yoluyla ya da öz-dayatımlı kısıtlama yoluyla uzaklaştırılamadığında, o insan kentlerden dışarı sürülür.

§ 17/15 [Bireyde ahlaksal karşıtlar olanaklıdır]
Belli eylemlere doğru bir yatkınlık ile yaratılan ve sonra o eylemlerin karşıtlarını yapmaya yeteneksiz olan bir insanın varolması güç, daha doğrusu olanaksızdır. Tersine, erdemli ya da erdemsiz eylemlerine doğru bir durum ve yatkınlık ile yaratılmış bir insan direnebilir ve karşıt yatkınlıktan doğan bir eylemde bulunabilir. Ama bu onun için güçtür, ta ki alışkanlık ile onun için kolaylaştırılıncaya dek, tıpkı alışkanlık ile yerleşen şeyler durumunda olduğu gibi. Çünkü alışmış olduğunu terk ederek karşıtını yapması olanaklıdır, gerçi, dediğimiz gibi, bu kendini ona alıştırıncaya dek güç olsa da.

15. Aphorism.
The person of praiseworthy moral [virtue] whose soul inclines to no vice at all differs from the self-restrained person with respect to the excellence to which each lays claim. If the governor of cities possesses praiseworthy morals and his praiseworthy acts are states of character, then he is more excellent than if he were self-restrained. Whereas if the citizen and the one by whom cities are made prosperous restrains himself in accordance with what the nomos requires, he is more virtuous than if his virtues were natural.

The cause for that is that the self-restrained person and the one who adheres to the nomos lay claim to the virtue of struggle. If he lapses as a citizen rather than as a ruler, the rulers will set him straight; his crime and corruption do not go beyond him. The righteousness of the ruler, however, is shared by the inhabitants of his kingdom. So if he lapses at all, his corruption extends to many besides him. His virtues must be natural and be states of character, and a sufficient reward for him is what he erects in those whom he sets straight.

16. Aphorism.
Evils are made to cease in cities either by virtues that are established in the souls of the people or by their becoming self-restrained. Any human being whose evil cannot be made to cease by a virtue being established in his soul or by self-restraint is to be put outside of cities.

17. Aphorism. It is difficult, nay impossible, for a human being to be so endowed as to be disposed for actions, then to be unable to do the contraries of those actions. Yet any human being endowed with a trait and disposition for virtuous or vicious actions is able to resist and to do the action arising from the contrary of that disposition. But that is difficult for him until it becomes facilitated and easy through custom, as is the case with what is established by custom. For abandoning what has become customary and doing its contrary is possible but difficult until it also becomes customary

   
[C. HANELER, KONUTLAR VE KENTLER.] [C. HOUSEHOLDS, DWELLINGS, AND CITIES.]
§ 22/20 [Kent ve hane]
“Kent” ve “hane” (manzal) ile Eskiler yalnızca konutu (maskan) değil, ama insanlar kapsayan konutu ve konutun kapsadığı insanları demek istediler, konutlar hangi türden, hangi gereçten ve nerede olursa olsun — toprağın altında ya da üstünde, tahtadan ya da kilden ya da yünden ya da kıldan, ya da insanlar kapsayan konutların yapıldığı başka herhangi birşeyden.

§ 24/21[Hanenin parçaları]
Hane belirli parçalardan ve ortaklıklardan oluştur ve onlar yoluyla kalkınır. Bunlar sayıca dörttür: (1) koca ve karı; (2) efendi ve köle; (3) baba ve çocuk; (4) mülkiyet ve mülkiyet-­iyesi. Bu parçaların ve ortaklığın yöneticisi onlardan bir bölümünü başkaları ile birleştirir ve her bir bireyi ötekine bağlar, böylece tümünün eylemlerde ortaklığını ve tek bir amacın eksiksizliğine doğru ve hanenin iyi şeyler yoluyla tam kuruluşuna ve bunların üyeler için saklanmasına doğru yardımlaşmalarını sağlar. Bu hanenin efendisi ve yöneticisidir. Ona hanenin reisi denir, ve hanede tıpkı kentte kentin yöneticisi gibidir.
22. Aphorism.
“City” and “household” do not mean merely the dwelling for the Ancients. But they do mean those whom the dwelling surrounds, whatever the dwellings, of whatever thing they are, and whether they are beneath the earth or above it—being wood, clay, wool and hair, or any of the other things of which the dwellings that surround people are made.

24. Aphorism.
The household is joined together and made prosperous from definite parts and partnerships. They are four: husband and wife, master and slave, father and child, property-holder and property. The one who governs these parts and partnerships, brings some into concert with others, and ties each to the other so that from all of them there is a partnership with respect to actions and a mutual assistance in perfecting a single purpose and in completing the prosperity of the household through good things and preserving them for the members is the lord of the household and its governor. He is called lord of the household and is in the household like the governor of the city is in the city

§ 25/22 [Kent ya da hane ve beden andırımı]
Kent ve hane insan bedeni ile karşılaştırılabilir. Beden kimileri daha çok ve kimileri daha az iyi olan, birbirine bitişik ve dereceli, her bir belli bir işi yapan belirli bir sayıda değişik parçadan oluşur, öyle ki bunların tüm eylemleri bir araya gelerek insan bedenindeki amacın eksiksizleşmesine doğru karşılıklı yardımlaşma içine girer. Yine böyle, hane de her biri kimileri daha az ve kimileri daha çok iyi olan, birbirine bitişik ve değişik derecelerde derecelenmiş, her biri bağımsız olarak kendi işini yapan belirli bir sayıda değişik parçadan oluşur, öyle ki eylemleri birleşerek kentteki ya da hanedeki amacın eksiksizleşmesine doğru karşılıklı yardımlaşma içindedir. Hanenin bir kentin parçası olmasına ve hanelerin kentte olmasına karşın, amaçları ayrıdır. Gene de bu değişik amaçlar, eksiksizleştirildikleri ve biraraya getirildikleri zaman, kentin amacının eksiksizleştirilmesine doğru yardımlaşmaya götürülürler.

Bu yine beden ile karşılaştırılabilir, çünkü baş, göğüs, karın, sırt kollar ve bacaklar beden ile kentin hanelerinin kent ile ilişkide olmaları gibi ilişkilidir. Birincil üyelerin her birinin işi ötekinin işinden ayrıdır, ve bu birincil üyelerin her birinin parçaları o birincil üyedeki amacın eksiksizleşmesine doğru değişik eylemleri yoluyla birbirine yardım eder. Bundan sonra, birincil üyelerin değişik amaçları, karşılıklı olarak eksiksizleştirildiği zaman, onlardan ve değişik eylemlerinden birlikte bütün bedenin amacının eksiksizleşmesine doğru yardımlaşma doğar. Ve hanelerin parçalarının haneler açısından durumu için ve hanelerin kent açısından durumu için de aynı şey geçerlidir, öyle ki kentin tüm parçaları bileşimleri yoluyla kente yararlı ve birinin öteki yoluyla sürekli varoluşu için yararlıdır — tıpkı bedenin üyeleri gibi.

25. Aphorism.
Both the city and the household have an analogy with the body of the human being. The body is composed of different parts of a definite number, some better and some baser, adjacent to one another in rank, each doing a certain action, so that from all of their actions they come together in mutual assistance to perfect the purpose of the human being’s body. In the same way, both the city and the household are composed of different parts of a definite number, some baser and some better, adjacent to one another in a rank of different ranks, each performing on its own a certain action, so that from their actions they come together in mutual assistance to perfect the purpose of the city or the household. Even though the household is a part of a city and households are in the city, their purposes are nonetheless different. Yet there comes together from those different purposes, when they are perfected and brought together, a mutual assistance for perfecting the purpose of the city.

That, too, has an analogy with the body. Indeed, the head, chest, stomach, back, hands, and feet are to the body as the households of the city are to the city. The action of each of the large members is other than the action of the other, yet the parts of each of these large members mutually assist one another in their different actions for perfecting the purpose of that large member. Then, when the different purposes of the large members are mutually perfected, there comes together from them and from their different actions mutual assistance for perfecting the purpose of the whole body. The case of the households with respect to themselves and that of the households with respect to the city is similar. Thus it is that by coming together, all the parts of the city are useful to the city and are useful for constituting some by means of others, as it is with the members of the body.

§ 28/25 [Erdemli devlet ve saltık iyi, e.d. mutluluk]
Kent kimi zaman zorunlu, kimi zaman erdemlidir. Zorunlu (ya da minimum) kent onda üyelerin yalnızca insanın sürmesi, geçimi ve yaşamının sakınımı için zorunlu olanı elde etmede karşılıklı yardımlaşma içinde olduğu kenttir. Erdemli kent onda yaşayanların bir insanın varoluşu, sürmesi, geçimi ve yaşamının sakınımını için en iyi şeylerin elde edilmesine doğru yardımlaşma içinde oldukları kenttir.

Kimileri bu en iyi şeyin hazlar olduğunu düşünür. Başkaları onun varsıllıklar olduğunu düşünür. Daha başkaları ise her ikisinin bileşimi olduğunu düşünür. Ama Sokrates, Platon ve Aristoteles insanın iki yaşamı olduğunu düşündüler. Birincinin sürekliliği beslenmeye ve sürekli varoluşumuz için her gün gereksindiğimiz başka dışsal şeylere bağımlıdır. Bu ilk yaşamımızdır. Öteki ise sürekliliği kendi özünde olandır, ve özünün sürmesi için ona dışsal olan şeyleri gerektirmez, ama sürekli sakınımı için kendinde yeterlidir ve son yaşamdır.

İnsanın, onlara göre, bir ilk ve bir son eksiksizliği vardır. Sonuncusu bizim için bu yaşamda değil, ama bu yaşamımızın ilk eksiksizliği tarafından izlendiği zaman son yaşamda erişilebilirdir. İlk eksiksizlik bir insanın yalnızca erdem ile onun eylemlerini yerine getirmeksizin donatılı olması değil, ama tüm erdemlerin eylemlerini yerine getirmesidir; ve eksiksizlik eylemlerin yerine getirilmesini sağlayan nitelikleri kazanmasından değil, ama davranmasından oluşur. Benzer olarak, yazıcının eksiksizliği de yazma sanatını kazanmaktan değil ama yazma edimini yerine getirmesinden, ve doktorun eksiksizliği yalnızca tıp sanatını kazanmaktan değil ama tıbbın eylemlerini yerine getirmekten oluşur; ve bu tüm sanatlar için böyledir.

Bu eksiksizlik bize son eksiksizliği sağlar ve bu ise en son mutluluk, e.d. saltık iyidir. Kendi uğruna seçilen ve istenendir, ne olursa olsun herhangi bir zamanda başka herhangi birşey uğruna seçilen değil. Başka herşey bizim için yalnızca mutluluğa erişmede yararlığı uğruna seçilir. Herşey mutluluğa erişmek için yararlı olduğu zaman iyidir, ve herhangi bir yolda mutluluğun önünde duran herşey kötüdür.

Böylece erdemli kent onlara göre onda yaşayanların karşılıklı olarak son eksiksizliğe, e.d. enson mutluluğa erişmeye doğru birbirine yardım ettikleri kenttir. Buna göre insanları başka kentlerde yaşayanlardan ayrı olarak özellikle erdemler ile donatılıdır. Çünkü insanları varsıllıklara erişmek ve hazlardan yararlanmak için birbirine yardım etmeyi amaçlayan kent amaçlarına erişmek için tüm erdemlere gereksinmez. Ya da daha doğrusu belki de tek bir erdeme bile gereksinmez. Bunun nedeni kendi aralarında arada bir sürdürdükleri uyum ve türenin gerçekte erdem olmamasıdır; bu yalnızca türeyi andıran birşeydir ve türe değildir. Yine böyle, kendi aralarında sürdürdükleri başka yalancı-erdemler için de aynı şey geçerlidir.

28. Aphorism.
The city may be necessary and may be virtuous. The necessary city is the one whose parts mutually assist one another in obtaining only what is necessary for a human being’s constitution, subsistence, and preservation of life. The virtuous city is the one whose inhabitants mutually assist one another in obtaining the best things for a human being’s existence, constitution, subsistence, and preservation of life.

One group is of the opinion that that best is the enjoyment of pleasures, and others are of the opinion that it is wealth. And there is a group of the opinion that the bringing together of both is what is best. Now Socrates, Plato, and Aristotle are of the opinion that human beings have two lives. One is constituted by nutriments and the rest of the external things we require daily for our constitution, and it is the primary life. The other is the one whose constitution is in its essence without having need of external things for constituting its essence. Rather, it is sufficient unto itself for maintaining [its] preservation and is the final life.

For human beings have two perfections, a primary one and a final one. Indeed, the final one is attained for us in this life and in the final life when the primary perfection in this life of ours has preceded it. Primary perfection is that all of the actions of the virtues be done, not that a human being merely possess virtue without doing its actions; and that perfection consists in doing, not in acquiring, the states of character by which the actions come to be. Similarly, the perfection of the scribe is to do the actions of writing, not to acquire writing; and the perfection of the physician is to do the actions of medicine, not merely to acquire medicine. And so, too, with every art.

By means of this perfection the final perfection is attained for us, and that is ultimate happiness, which is the good without qualification. It is what is preferred and yearned after for its own sake and is not—not at any moment at all—preferred for the sake of something else. The rest of what is preferred is preferred only for the sake of its usefulness for obtaining happiness, and each thing becomes good only when it is useful for obtaining happiness. And whatever obstructs from it in some way is an evil.

So the virtuous city according to them is the one whose inhabitants mutually assist one another in obtaining the final perfection, which is ultimate happiness. Therefore it follows that its inhabitants, as distinct from [those of] the rest of the cities, are particularly those possessing virtues. For the city whose inhabitants are intent upon mutually assisting one another to obtain wealth or to enjoy pleasures do not need all of the virtues to obtain their goal. Rather, it might be that they need not even a single virtue. That is because the concord and justice they sometimes use among themselves are not virtue in truth; it is only something resembling justice and is not justice. So, too, with the rest of what they use among themselves in what is analogous to the virtues.

§ 29/26 [Mutluluğa erişmek için orta nokta amaçlanır]
Onlara bağlı olan şeyler ile ilişki içinde belirlendiklerinde ılımlı ve ortalama eylemler, başka koşulların yanısıra, mutluluğa erişmede yararlı olmalıdır. Ve onları belirleyen insan mutluluğu gözünün önünden ayırmamalıdır. Sonra bir bütün olarak kentin insanlarına ya da onların arasında şu ya da bu kişiye mutluluğa erişmede yararlı olabilmeleri için eylemleri nasıl belirleyeceğini düşünmelidir, tıpkı doktorun bedeni iyileştirmesini sağlayan besinlerde ve ilaçlarda dengeli olanı üretmeyi amaçlarken sağlığı gözünün önünden ayırmaması gibi.
29. Aphorism.
In relation to the things they encompass, actions that are equilibrated, intermediate, and determined ought to be useful for obtaining happiness—along with the rest of their stipulations. And the one who extrapolates them ought to set happiness before his eyes, then consider how he ought to determine the actions so that they emerge as useful either to the inhabitants of the city in their entirety or to one or another of them for obtaining happiness. So, too, does the physician set health before his eyes when he is intent upon inferring what is equilibrated with respect to the nutriments and medicaments by which he treats the body.
   
[D. GERÇEK KRAL.] [D. ON THE KING IN TRUTH]
§ 30/27 [Doğru krallık görüşü]
Gerçek kral kentleri yönetmesini sağlayan sanatta amacı ve niyeti kendisine ve kentte yaşayanların geri kalanına gerçek mutluluğu kazandırmak olan kraldır. Krallık zanaatının ereği ve amacı budur. Buna göre erdemli kentin kralının mutlulukta kentte yaşayanların en eksiksizi olması zorunludur, çünkü kentin insanlarının mutluluğunun nedeni odur.
30. Aphorism.
The king in truth is the one whose purpose and intention concerning the art by which he governs cities are to provide himself and the rest of the inhabitants of the city true happiness. This is the goal and the purpose of the kingly craft. It necessarily follows that the king of the virtuous city be the most perfect among the inhabitants of the city in happiness since he is the reason for their being happy.

§ 31/28 [Yanlış krallık ve devlet görüşleri]
Kimileri krallığın ve kentleri yönetmenin erek ve amacının büyüklük ve onur, egemenlik ve buyurma, yasaklama ve boyun eğdirme, büyümsenme ve övülme olduğunu düşünür. Bunlar onuru kendi uğruna seçerler, onun aracılığıyla elde ettikleri başka birşey uğruna değil. Kentleri yönetme eylemlerini bu amaca erişme eylemlerine çevirirler, ve kentin yasalarını kentin insanları yoluyla bu amaca erişebilmelerini sağlayan yasalara çevirirler. Bunlardan kimileri o amaca kentin insanlarına erdemli davranarak, onlara iyilik yaparak, insanları onların görüşünde iyilikler olan iyi şeylere götürerek, iyi şeyleri onlar için saklayarak ve bunda onları kendilerine yeğleyerek erişirler. Böylece büyük onur kazanırlar ve bunlar onur egemenleri arasında en erdemli olanlardır. Aralarında başkaları varsıllıklardan ötürü onura değer olduklarını düşünür. Kentin insanlarının en varsılı olmayı ve gönençte benzersiz olmayı onur elde edebilmek için amaçlarlar. Aralarında kimileri onurun yalnızca soy nedeniyle verildiğini düşünür. Başkaları onu kentin insanlarını zorlama, üzerlerinde egemen olma, onları küçük düşürme ve yıldırma yoluyla elde etmeye çalışır.

Kentlerinin daha da başka yöneticileri kentleri yönetmede amacın varsıllıklar olduğunu düşünür. Kentleri yönetme eylemlerini varsıllıklara erişebilmelerini sağlayan eylemlere çevirir, ve kentin insanlarının yasalarını kentin insanları yoluyla varsıllıklar elde etmelerini sağlayan yasalara çevirirler. Ve eğer bir iyiliği seçerler ya da bu tür herhangi birşey yaparlarsa, bunu yalnızca varsıllık elde edebilmek için yaparlar. Çok iyi bilinir ki varsıllıkları onlar nedeniyle onurlandırılmak için seçen insan ve onuru ve başkalarının boyun eğmesini gönençli olabilmek ve varsıllıklara erişebilmek için seçen insan arasında büyük ayrım vardır. Sonunculara aşağılık yöneticinin halkı denir.

Kentlerin yöneticileri arasında başkaları kentleri yönetmenin ereğinin hazlardan yararlanma olduğunu düşünür.

Daha başkaları ise onun onur, varsıllık ve hazlar olmak üzere üçü birden olduğunu düşünür, onları tekellerine alır ve kentin insanlarını bir bakıma hazlar ve varsıllıklar elde etmek için aletler olarak kullanırlar.

Bunlardan hiç biri Eskiler tarafından kral olarak adlan­dırılmadı.

31. Aphorism.
One group is of the opinion that the goal intended in kingship and the governance of cities is majesty; honor; domination; executing command and prohibition; and being obeyed, made great, and magnified. They prefer honor for its own sake, not for any other thing they might gain by means of it. They set down the actions by which cities are governed as actions by which they arrive at this purpose, and they set down the traditional laws of the city as traditional laws by which they arrive at this purpose through the inhabitants of the city. Some arrive at that by practicing virtue with the inhabitants of the city, acting well toward them, bringing them to the good things that are good things according to the inhabitants of the city, preserving these for them, and giving them preference in these things over themselves. They gain great honor thereby, and these are the most virtuous among the rulers of honor. Others are of the opinion that they will become deserving of honor by means of wealth, and they endeavor to be the wealthiest inhabitants of the city and to be themselves unique in wealth so as to achieve honor. Some are of the opinion that they will be honored for descent alone. Others do that by conquering the inhabitants of the city, dominating them, humiliating them, and terrorizing them.

Others among the governors of cities are of the opinion that the purpose of governing cities is wealth. They set down as the actions by which they govern cities actions by which they arrive at wealth. And they set down traditional laws for the inhabitants of the city by means of which they arrive at wealth through the inhabitants of the city. If they prefer a certain good or do anything, they prefer it and do it only so that they attain wealth. It is known that there is a major difference between one who prefers wealth so as to be honored for it and one who prefers honor and to be obeyed so that he will become affluent and arrive at wealth. The latter are called the inhabitants of the vile rulership. Others among the governors of cities are of the opinion that the goal of governing cities is the enjoyment of pleasures.
A group of others is of the opinion that it is all three of these brought together—namely, honor, wealth, and pleasures. They rule despotically and set the inhabitants of the city down as things similar to tools for them to gain pleasures and wealth.

Not one of these is called king by the Ancients.

§ 32/29 [Krallık sanatı]
Kral krallık zanaatı yoluyla, kentleri yönetme sanatı yoluyla ve krallık sanatını kullanma yeteneği yoluyla kraldır — bir kent üzerinde başkan olmaya ne zaman başlarsa başlasın. sanatı ile tanınıyor olsun ya da olmasın, kullanacak araçlar bulsun ya da bulmasın, onu kabul edecek insanlar olsun ya da olmasın, ona boyun eğilsin ya da eğilmesin bu böyledir. Yine böyle, doktor da tıp zanaatı yoluyla doktordur — insanlar onu bununla biliyor olsun ya da olmasın, sanatının aletleri ile donatılı olsun ya da olmasın, eylemlerini yerine getirmede ona hizmet edecek insanlar bulsun ya da bulmasın, sözlerini kabul edecek hastalar ile karşılaşsın ya da karşılaşmasın bu böyledir ve bu şeylerden hiç biri elinde olmasa bile tıbbı eksik değildir. Benzer olarak, kral zanaat aracılığıyla ve sanatı kullanma yeteneği yoluyla kraldır — insanlar üzerinde egemen olsun ya da olmasın, onurlandırılsın ya da onurlandırılmasın, ister varsıl ister yoksul olsun.

Kimileri kendisine bir kentte boyun eğilmeksizin ve onurlandırılmaksızın krallık zanaatını iye olana kral adını vermemeleri gerektiğini düşünür. Başkaları buna varsıllıkları ekler, ve daha başkaları ise zor yoluyla egemenliği, küçük düşürmeyi, terör ve korku yaratma yoluyla yönetimi eklemeyi düşünür.

Bunlardan hiç biri krallığın özsel koşulları arasında değildir. Gene de krallık zanaatına yararlı olabilecek şeylerdirler, ve bundan ötürü krallık olarak düşünülürler.

32. Aphorism.
The king is king by means of the kingly craft, the art of governing cities, and the ability to use the kingly craft at any moment whatsoever as a rulership over a city—whether he is reputed for his art or not, finds the tools to use or not, finds a group who accepts him or not, is obeyed or not. So, too, the physician is a physician by means of the medical craft—whether he is recognized by people for it or not, is furnished with the tools of his art or not, finds a group who serves him by executing his actions or not, comes upon sick persons who accept his statement or not. Nor is his medicine diminished by his not having any of these. Similarly, the king is king by means of the craft and the ability to use the art — whether he has dominion over a group or not, is honored or not, is wealthy or poor.

A group of others is of the opinion that they not apply the name king to anyone who has the kingly craft without being obeyed and honored in a city. Others add wealth to that. And others are of the opinion to add to that dominion by conquest, humiliation, terror, and provoking fear.

None of these is among the stipulations of kingship. Yet they are results that sometimes follow the kingly craft, and it is therefore presumed that they are kingship.

 




🛑 Legal Pozitivizm

Legal Pozitivizm

 
  • Duyunç etik normların (yasalar) saltık yargıcıdır ve onları sürekli olarak ideal etik ereğine doğru gelişim durumunda tutar.
  • Doğal yasa ya da doğal haklar kuramı (jus naturale, lex naturalis; dikaion physikon, δικαιον φυσικον)  hak kavramının temelinin insan doğasında olduğunu kabul eder.
  • Doğal hak kuramı yasa ve duyunç arasında uyum isteyerek yasaların türeli olmasını sağlar.
  • Doğal hak kuramı altında, evrensel insan haklarını çiğneyen yasalar geçersizdir.
  • Legal pozitivizm Doğal Hak kavramını pozitif bir olgu olmadığı zemininde tanımaz.
  • Legal pozitivizm (Jeremy Bentham (1748-1832), John Austin (1790-1859), ve H. L. A. Hart (1907-1992)) pozitivizmin Hak, Ahlak ve Yasa alanınlarına uygulamasıdır.
  • Austin’e göre yasa egemenin buyruğudur ve zor yoluyla desteklenir.
  • Legal pozitvizme göre, yasa yurttaşın kendi istenci ve özgürlüğünün anlatımı değildir.

 

  • Yasa evrenseldir.
  • Legal pozitivizm için evrenseller yoktur.
  • Legal pozitivizm için tekil olgular vardır.
  • Legal pozitivizm için yasa olumsal “insan buyruğu”dur.

 

  • Legal pozitizm ahlak ve hak arasına bir duvar çeker. 
  • Legal Pozitivizm için “Jim Crow yasaları” ya da “Nürnberg yasaları” ya da benzerleri moral yargı sorunu değildir.
  • “There can be legal rights and duties which have no moral justification or force whatsoever.”
  • Legal pozitivizmin terminolojisinde Özgürlük, İstenç ve Duyunç kavramları göstermeliktir.

 

  • Legal realizm (başlıca 1920-40’lar arasında yaygın) evrensel insan haklarını reddeder ve yasayı insan yapımı olumsal bir belirlenim olarak görür.
  • Legal realizm tüze biliminin doğa biliminin yöntemlerini uygulaması ve görgül kanıt üzerine dayanması gerektiğini kabul eder.
  • Legal realizme göre hipotezler olgular karşısında sınanmalı, ve yasalar değerden (moral yargıdan) özgür yöntemler ile araştırılmalıdır.
  • Legal realizme göre, yargıçlar karar vermede yasaları moral nitelikleri açısından değil sonuçları açısından ele almalıdır.
 
 
 
 
 

 




📘 Nations and Governments

Nations and Governments (L)

Nations and Governments

Comparative Politics in Regional Perspective
Thomas Magstadt
2011 Cengage Learning, Inc.


CHAPTER 1
Comparative Politics and the Regional Perspective

Aim at an exact Knowledge of the Nature, End, and Means of Government. Compare the different forms of it with each other and each of them with their Effects on the public and private Happiness.
—John Adams

Why study politics? For better or worse, politics affects our lives in countless ways. Virtually no one in today’s world lives beyond the pale of government, and governing is, above all, a political process. Virtually no one lives outside the political and legal confines of the state, because there is no piece of territory anywhere in the world that is not claimed by at least one state, and very little territory that is not actually controlled by a state.

The state itself is a human invention {?} — it does not simply occur like the four seasons whether or not there are people around to experience it. States have existed for several millennia, in one form or another, but the modern state, organized around the concept of the nation, has only existed since about the seventeenth century. {?} We too seldom notice that the so-called nation-state was at fi rst a strictly regional phenomenon, not a global one. Today, we find nation-states in every region of the world, but this remarkable fact is a testament to the success of one region, Europe, in gaining temporary mastery over all the others. The point is not that one region is better than another, but rather that it is impossible for us to make sense of the modern world without giving due consideration to the role of regions as well as nation-states.

This book, as its title indicates, takes a close look at both regions and sovereign states (“nations”) and seeks to demonstrate the key role each plays in the formation and evolution of the other. We recognize that globalism, though powerful, is not likely to replace nationalism any time soon, and that regionalism is a third force in today’s world, one epitomized by the European Union (EU) but not confined to Europe. Indeed, if a new age is dawning as many believe, it is likely to be one in which regionalism competes with nationalism (as in Europe today) and resurgent nationalism eclipses globalism (as the protectionist tendencies that surfaced in the aftermath of the 2008 banking crisis suggest).
As for method, the scientific method has two sides—induction and deduction. Deduction applies abstract thought and logical reasoning from general propositions— truths thought to be self-evident—to specifi c situations or cases. For example, the idea that constitutional democracy is the best form of government is a premise few in the United States doubt. Most people would also agree that India is a democracy. Logically, if democracy is the best form of government and India is a democracy, then India has the best form of government.

Although the logic of this proposition is unassailable, its truth is not. India’s problems range from overpopulation to child labor, illiteracy, urban overcrowding, and rural poverty, not to mention periodic outbursts of religious and ethnic violence. This truth suggests that the premise equating democracy with good government is false, or India is not a democracy, or there is something wrong with U.S. standards. How do we solve this riddle?
 
 
 
   
 
 

As Lord Acton, a wise observer of politics and history, once said, “Power corrupts, absolute power corrupts absolutely.”

Güç yozlaştırır, ama daha şimdiden yoz olanı.

 

 




🛑 Thomas Hobbes: Bir “politik felsefeci”

Thomas Hobbes: Bir “politik felsefeci”

(Link)

 
Hobbes kralların tanrısal hakkı üzerine dayalı Saltık Yetkeciliği savundu.
 
  • Hobbes kimi Anglo-Saxon yazarlar tarafından “the father of modern political philosophy” olarak kabul edilir.
  • Biraz daha dikkatli olanlar için “the father of modern analytic philosophy”dir.
  • Hobbes “Fear and I were born twins” der ve bu düşüncesizce edilen bir söz değildir.
  • Hobbes korkunun uygarlığın temeli olduğu kanısındadır ve “politik felsefesinin” başlıca güdüsü korkudur.
  • İnsanın insana a priori düşman olduğunu düşünür.
  • Bu öncüller verildiğinde, “bilgili” biri olduğuna inandığı için bilginin güç olduğu çıkarsamasını yapar ve hemen duyusal bilgisi ile gücünü daha da arttırmaya girişir.

 

  • Hobbes İngiltere’de monarşi ve Calvinist püritanlar (I. Charles ve Parlamento) arasındaki iç savaş döneminde yaşadı.
  • Avrupa’da karşılaştığı felsefe ve bilimler ile ilgilendi ve aşağı yukarı okuduğu herşeyi yanlış anladı: Devlet, Tanrı vb., gerçekte varolan herşey bir “cisim”dir; politika fiziğin bir bölümüdür, ve politikada fiziğin yöntemleri geçerlidir.
  • Bir materyalist olarak özdeğin birincilliği ilkesine bağlı kaldı.
  • Cisim ya da özdeğin aralarında tinsel şeyler de olmak üzere tüm şeylerin en son bileşeni olduğu görüşünü geliştirdi.
  • Kopernik (1473-1543), Galileo (1564-1642), Harvey (1578-1567), Kepler (1571-1630) ve Gassendi’nin (1592- 1655) doğa bilimleri alanındaki çalışmaları Hobbes tarafından ‘felsefi’ çalışmalar olarak görülür.
  • Hobbes’un politik kuramında, birey yalnızca öz-çıkarı tarafından güdülen ya da duyunç yeteneğinden yoksun bir varlıktır ve devletin temeli korkudur.
  • Hobbes’un ‘ahlaksal’ bakış açısında etik fiziğin bir alt dalı olsa da nesnel değildir ve etik normlar ve yasalar saltık belirlenimlere göre doğru ve yanlış, haklı ve haksız değildir.
  • Hobbes için tüm insanlar doğal olarak eşittir ve bu eşitlik her birinin ötekini öldürme yeteneği zemininde tanıtlanır.
  • Hobbes için, “doğa durumu”nda herkes birbirine zarar verme istencini taşır — bellum omnium contra omnes (“doğa durumu” gerçekte her zaman hayvanın durumudur).
  • Hobbes’a göre hayvanların da uslamlama yetileri ve istençleri vardır. (“.. beasts that have deliberation must necessarily also have will” — Leviathan, 1, 6; E.W., III, s. 48).
 
Leviathan 1651’de yayımlandı; kitabın bakış açısı nominalist ve materyalisttir; özdeksel evren özdeksel Tanrı tarafından yaratılır ve devime geçirilir; Tanrının kendisi cisimsel bir varlıktır; hiçbir tinsellik yoktur; dışsal dünyanın bilgisinin kaynağı duyu izlenimleridir ve buna göre evrensel düşünceler yoktur; insan dili şeylerin adlardan ve adların adlarından oluşur; felsefe de adlar üzerine doğru uslamlama (‘hesaplama’) yapmaktan oluşur.
 

Tanrı “çok arı ve çok yalın bir cisimsel tindir” ve “Üçlülük, ve bunun kişileri, o tek arı, yalın ve ilksiz-sonsuz cisimsel tindir.” :: God is “a most pure and most simple corporeal spirit” and “the Trinity, and the persons thereof, are that one pure, simple and eternal corporeal spirit.” (E.W., IV, s. 306)

Uslamlama (ratiocination) hesaplamadır (computation); hesaplama ise toplama ve çıkarmadır; toplama bileştirme (sentez) ve çıkarma bölmedir (analiz).

Bir bireyler çoğulluğu “güç ve kuvvetlerinin tümünü tek bir insana, ya da tek bir insanlar meclisine bırakmalı, ve bu da tüm istençlerini, seslerin çokluğu yoluyla, tek bir istence indirgeyebilmelidir.” :: A plurality of individuals “should confer all their power and strength upon one man, or upon one assembly of men, that may reduce all their wills, by plurality of voices, unto one will.” (Leviathan, 2, 17; E.W., III, s. 157)

Hakların aktarımı “her insanın her insan ile bağıtı yoluyla yer alır, öyle bir yolda ki, sanki her insanın her insana şunları söylemesi gerekir: Kendimi yönetme hakkımı bu insanın ya da bu insanlar meclisinin yetkisine bırakıyorum, şu koşul üzerine ki sen [de] hakkını ona bırakacak ve onun tüm eylemlerini benzer olarak onaylayacaksın. Bu yapıldığında, tek bir kişide böyle birleşmiş olan çokluk bir Commonwealth ya da Latince’de Civitas olarak adlandırılır. Bu o büyük Leviathan’ın, ya da daha da saygılı konuşursak, o ölümlü tanrının yaratısıdır ki, ölümsüz Tanrı altında barış ve savunmamızı ona borçluyuzdur.” :: It takes place “by covenant of every man with every man, in such manner, as if every man should say to every man, I authorize and give up my right ofgoverning myself, to this man, or to this assembly of men, on this condition that thou give up thy right to him, and authorize all his actions in like manner. This done, the multitude so united in one person, is called a Commonwealth, in Latin Civitas. This is the generation of that great Leviathan, or rather, to speak more reverently, of that mortal god, to which we owe under the immortal God, our peace and defence.” (Leviathan, 1, 17; E.W., III, s. 158)

“Egemenin payına hiçbir bağıt çiğnenmesi söz konusu olamaz; ve buna göre uyruklarından hiçbiri herhangi bir egemenlik yitişi gerekçesi ile ona uyrukluktan kurtulamaz.” :: “There can happen no breach of covenant on the part of the sovereign; and consequently none of his subjects, by any pretence of forfeiture, can be freed from his subjection.” (Leviathan, 2, 18; E.W., III, s. 161)

“Eğer Kutsal Yazı kralın yetkesi ile yasa değilse, başka hangi yetke onu yasa yapacaktırr?” :: “If it be not from the king’s authority that the Scripture is law, what other authority makes it law?” (E.W., IV, s. 339)

 
ROUSSEAU:
Hobbes’a göre “insan türü sığır sürülerine bölünür ki, her birinin başında sürüye onu yeme amacıyla bakan kendi şefi bulunur” :: “... l’espèce humaine divisée en troupeaux de bétail, dont chacun a son chef, qui le garde pour le dévorer.“ — Rousseau (Toplumsal Sözleşme, I.II)

 




📹 The Evolution of World Democracy

📹 The Evolution of World Democracy (LINK)

 

"Anocracy" henüz sözlüklerde bulunmayan biraz tuhaf bir türetmedir ve sözcük anlatması gereken kavramı yeterli olarak anlatmaz. Antik Yunanca'dan uyarlanan "an-" öneki olumsuzluk imler ve bileşik sözcüğe "erksizlik" ya da "güçsüzlük" anlamını yükler. Ama denmek istenen "anarşi" değil, demokrasi ve despotizm arasında orta terim gibi birşeydir. Bir ölçüde belirsizlik düşünceye gevşeklik özgürlüğü verir ve rahatlatıcıdır.

Demokrasi her zaman despotizmden doğar, ama demokrasinin oluş süreci onu tanımlamaz. Demokrasi yurttaş toplumunun politik istencidir ve istençsiz halkların geleneksel boyun eğme tutumları ile karşıtlık içinde, yönetimin yurttaşlık bilinci tarafından belirlenmesini, modern toplumun kendi kendisini yönetmesini anlatır. Özgür, değerli, onurlu insan öndere gereksinmez, ve onun demokratik devleti onun kendi istencinin anlatımı olarak etik ideale karşılık düşer. "Anokrasi" en iyisinden bu geçiş sürecindeki çelişkiyi anlatmaya yarayabilir. Bu bağlamda en ileri demokrasiler, örneğin ABD ve İngiltere ya da İsveç ve Hollanda demokrasileri bile tam olarak aynı anlamda birer "anokrasi"dir ve onlarda da evrensel insan hakları, duyunç özgürlüğü ve yasa egemenliği yalnızca göreli olarak daha düşük bir düzeyde çiğnenmektedir.

Demokratik ülkeler ve anokratik ya da otokratik ülkeler arasındaki ayrım birincilerin etik gelişime açık iken, ikincilerin geleneksel yapılarında direterek modernleşmeyi ve özgürleşmeyi reddetmeleridir. Demokrasi bir oluş sürecidir ve oluş süreci olması etik gelişime açık olmasını anlatır, ideal politik yapıya erişmiş olduğunu değil. Despotik kültürler tutucu doğaları gereği değişim ya da oluş sürecini yadsırlar. Despotik kültürleri tanımlayan etmen demokrasinin eksikliği olmaktan çok bu kültürlerin özgürleşme ve modernleşme sürecine kapalı kalmada diretmeleridir. Özgürlük bilincinden yoksun böyle geleneksel kültürlerde modernleşme başlıca teknolojik yenileşme ve materyal ilerleme olarak görülür, etik karakterin gelişimi olarak değil. Çin muazzam teknolojik gelişime karşın bugün de 4.000 yıl önceki etik-dışı despotik karakterini sürdürmektedir, ve Hindistan sözde demokrasi olsa da, kast dizgesi bugün de bu engin kültür alanının etik-öncesi karakterini belirlemektedir.

(W) Anocratic regimes are loosely defined as part democracy and part dictatorship, or as a "regime that mixes democratic with autocratic features.

These regime types are particularly susceptible to outbreaks of armed conflict and unexpected or adverse changes in leadership.

In a closed anocracy, competitors are drawn from the élite. In an open anocracy, others compete too.

The number of anocratic regimes has steadily increased over time, with the most notable jump occurring after the end of the Cold War. During the period from 1989 to 2013, the number of anocracies increased from 30 to 53.

Due to the instability of anocratic regimes, human rights violations are significantly higher within anocracies than democratic regimes.

Statistics show that anocracies are ten times more likely to experience intrastate conflict than democracies, and twice as likely as autocracies.

Our World in Data

 




  Political Science Textbooks

📘 Nations and Governments: Comparative Politics in Regional Perspective / Thomas Magstadt (2011)

Nations and Governments

Comparative Politics in Regional Perspective
Thomas Magstadt
2011 Cengage Learning, Inc.
(p. 54-56

 

 




📘 Political Science: An Introduction (14th Edition) / by Michael G. Roskin, Robert L. Cord, James A. Medeiros, Walter S. Jones

Political Science: An Introduction (14th Edition)

by Michael G. Roskin (Author), Robert L. Cord (Author), James A. Medeiros (Author), Walter S. Jones (Author)
2017, 2014, 2012, 2010 by Pearson Education
 

 









  Çin

📥 📘 Totalitarian Friendship: Carl Schmitt in Contemporary China

 




📥 The Nazi Inspiring China’s Communists

 








  Çin’in karakteristikleri
  • Ethnic Chinese are making up around 65 percent of U.S. dollar billionaires residing in Singapore, 45 percent of those living in the Philippines and almost a quarter of Indonesia’s and Malaysia’s billionaires. The number of Chinese diaspora billionaires was somewhat lower in Thailand at approximately 10 percent.
  • More than 1,000 billionaires are living in China, ahead of 696 in the U.S., 177 in India and 141 in Germany. Even in the U.S., the impact of the super-rich Chinese was visible as they made up almost 3 percent of all U.S.-based billionaires – or 19 out of 696. (LINK)

(LINK)

 

📌 The Richest



Which Countries Are Really the Richest (LINK)



The World’s Richest Families (LINK)



The Top 10 Percent Own 70 Percent of U.S. Wealth (LINK)

 
 

 








Tin: Öznel Tin, Nesnel Tin, Saltık Tin
🔎

 

🛑 Din ve Politika

Din ve Politika

 
  • Tin duyusal, duygusal ve düşünseldir
  • Estetik, Etik ve Entellektüel :: Güzellik, Özgürlük (istenç, iyi), ve Gerçeklik.
  • Din duyu ve bilgi alanları ile değil, duygu alanı ile ilgilidir.
  • Din nesnel Tin (Aile, Toplum, Devlet) alanını öncülü olarak alır.
  • Din kavramı Saltık Tin alanında Sanatı öncülü olarak alır ve Bilgi alanına geçer.
  • Saltık Tin alanı Nesnel Tin alanını öncülü olarak alır.
  • Din kavramı saltık Tin alanına aittir ve Etik Yaşamı (nesnel Tin) öncülü olarak alır.
  • Din Kavramı dinsel bilincin tarihsel sürecinde gelişimsel ya da erekseldir.
  • Din Kavramı ilksiz-sonsuz Tanrı, yaratılan sonlu Doğa ve sonsuz Tin kavramlarını kıpıları olarak alır.
 

 





İdea Yayınevi Site Haritası | İdea Yayınevi Tüm Yayınlar
© Aziz Yardımlı 2019-20 | aziz@ideayayınevi.com