Püritanlar ve Pilgrimler
Aziz Yardımlı

Robert W. Weir
This painting depicts the Pilgrims on the deck of the ship Speedwell on July 22, 1620, before they departed from Delfs Haven, Holland, for North America, where they sought religious freedom.
 

 

Püritanlar ve Pilgrimler


 

Pilgrimler ayrılıkçı Püritanlar idiler. Başka Püritanlar gibi Anglikan Kilisesini reformdan geçirmek yerine ondan ayrılmayı seçen bu radikal Protestanlar dinin tüm dışsallığını dışlıyorlardı. Bir devlet kilisesi olan Anglikan Kilisesini arındırmak doğrudan doğruya kraliyete vurmak olacak ve eylem politik bir devrim niteliğini kazanacaktı. Ama ne İngiltere’de bir Protestan devrim için zemin vardı, ne de bir duyunç özgürlüğü sorunu olan Protestanlık bir şiddet eyleminin ürünü olabilirdi. Püritanların bir İç Savaştan (1642-46) utku ile çıkmalarına karşın, kısa süreli bir Cumhuriyet’ten sonra 1660’da yeniden Kraliyete dönüldü ve bu kez Anglikan Kilisesi kendini tüm Püritanlarından arındırdı. Modern devrimin gerçek eylemcisi olacak olan yurttaş toplumu Yeni Dünyaya sığınmaya başladı.

 

‘İngiliz Reformasyonu’ yalnızca bir şaka idi ve sözde ‘Protestan’ Anglikan Kilisesi daha başından yalnızca Katolik bir kralın bir kaprisi olarak doğmuştu. Ardılları da ya Katolik idiler ya da hiçbir zaman Katolikliği bütünüyle terk etmediler, her zaman şu ya da bu ölçüde ‘arınmamış’ kaldılar.

 

Püritanlar Tanrıları ile aralarında herhangi bir insan aracılığını kabul etmiyor, yalnızca kendi bireysel yüreklerinin yetkesi altında yaşamayı istiyorlardı. İnançlarının biricik temelini “Kutsal Yazılar” dedikleri ve çok iyi anlamadıkları metinler oluşturuyordu. Ayinleri, törenleri, ikonları, imgeleri ve tüm biçimsel davranışları ve takıntıları inançlarına ilgisiz buluyor, Kilisenin özünü rahiplerin değil, yalnızca inananların oluşturduğunu kabul ediyorlardı. Ve bu Calvinistler seçilmiş, yazgıları önceden-belirlenmiş bir azınlık oluşturuyorlardı. Duyunçları üzerinde ne olursa olsun hiçbir yetke tanımadıkları için, Yazıları hiçbir sınırlama olmaksızın özgürce yorumluyor, tartışıyor, ve herşeyde son sözü yalnızca kendileri söylüyorlardı. Karakterlerinde hiçbir zaman insanın insana egemenliği gibi bir tuhaflığı anlama yeteneği gelişmedi. İngilizler olmalarına karşın etnisite ile ilgilenmediler, ve ülkelerinin adını bile bir İtalyan’dan ödünç almada duraksamadılar.

 

İngiltere'de Püritanlar üzerindeki baskı ve zulüm yarı-Protestan, yarı-Katolik Elizabeth’in ölümünden sonra daha da yeğinleşti. Kilisenin denetiminden özgür olmaları ancak ülkelerinden ayrılmaları ile olanaklı görünüyordu ve binlercesi, aslında on binlercesi ilkin yakın uzaklara, sonunda uzak uzaklara yelken açtı. İlkin yakındaki bir yere, gidebilecekleri en yakın hoşgörü ülkesi olan Hollanda’ya gittiler. Zamanla Hollanda’nın büyük kent ve kasabalarında yaşayan İngiliz Püritanların sayısı on binlere ulaştı. 1630’da Hollanda da iki düzineden fazla İngiliz kongregasyonu vardı. Ama Hollanda da Pilgrimlerin arılık özlemlerine yanıt vermedi ve süreçte Püritanların daha büyük bir sayısı yaşama en başından başlamak ve kendi dünyalarını yaratmak üzere Yeni Dünyaya göç etti. Bu insanlar İngiltere'de başarılması gereken modern demokratik devrimi Yeni Dünyaya taşıdılar.

 

On yedinci yüzyılın başlarında ülkelerini terk etmelerinin nedeni yalnızca dinsel hoşgörünün yokluğu değildi. Hoşgörü altında yaşamak en iyisinden arınmış olmayanlar arasında, gizli bir nefret kültürü ortasında, bir kültürel çoğulculuk yalanında yaşamak olacaktı. İlkin Hollanda’ya göç ettiler. Ama Protestanlara en büyük hoşgörüyü tanıyan ve çoğunluğu Calvinist olan Hollanda’da yapamadılar. Henüz kendileri yerel kültürlerinden, etnik karakterlerinden bütünüyle arınmamışlardı. İngilizler olarak Hollandalıları yabancıladılar. Bu dinsel sürgünler toplumsal tikelliklerden bütünüyle arınmış ve bütünüyle dürüst tanrısal bir topluluk içinde, aslında göğün krallığında yaşamayı istiyorlardı. Olanaklı gördükleri biricik çözüme döndüler ve Yeni Dünyaya giderek bu seçilmişler topluluğunu kendileri yaratmaya karar verdiler. İnançları görünmeyen şeylerin tanığı idi ve görülür dürüstlüğün tanrısallık gibi olduğuna inanıyorlardı.

 

 

Püritanlar Yeni Dünyaya ne "kapitalizmi" kurmak için, ne "köle tecimi" yapmak için, ne de bir "süper güç" yaratmak için gittiler. Deniz-aşırı bir göçün ve yaşama aşağı yukarı sıfırdan başlamanın çilelerini ve güçlüklerini yalnızca düzgün ve dürüst bir yaşam uğruna, Tanrının krallığını yeryüzünde yaratma uğruna göze aldılar. Çabaları bütünüyle boşa çıkmadı. Tüm dışsal kültürel geriliklerine karşın, bütününde etik bir yaşamın temellerini atmayı başardılar. Tasarlamadıkları ve öngöremeyecek oldukları şey etik yaşamın ancak sınırsız bir ekonomik ve politik gelişimde sonuçlanacak olması, etik olmaksızın ekonomi ve politikanın da olamayacak olması olgusu idi. Püritanlar yüz yılı aşkın bir süre boyunca yalnızca temel atmakla ilgilendiler. Sonra aşamalı olarak Yeni Dünyanın giderek arılığını yitirmekte olan yeni kültürü tarafından örtüldüler.

 

Püritanizm ve Üçlülük Din Kavramı

Püritanizm ve Üçlülük Din Kavramı

Tarihsel olarak Üçlülük Din Kavramının en yakınına gelen inanç biçimi Püritan Protestanlıktır. Ama bu Calvinist (ya da Reformlu ) inanç biçimi bile din kavramına yalnızca "yaklaşır," onunla bütünüyle çakışmaz. Püritan "önderler" kendilerini araya sokarlar ve bir tür teokrasi kurma yetkilerinde diretirler. Din Kavramına göre Tanrı kendini Kutsal Tine ikisi arasındaki biricik aracı olan Oğul aracılığıyla bildirir. İsa "Bedenselleşmiş Söz" ya da "Logos"tur.

Püritanların Tanrının “yanılmaz” sözü olduğuna inandıkları İncil metinlerinde Tanrı insan yazarlar aracılığıyla konuşur. Ama bu “Kutsal Metinlerin” yeterince kapsamlı olmadıkları ve yorumlanmaları gerektiği de kabul edilir. Kimi yorumculara göre metinlerin bir bölümü “yanlış” da olabilir. Sola scriptura ilkesinin kendisi o ilkeyi kabul edenlere göre kuşkuludur. Birey kendi duyuncuna başvurmak zorundadır.

Böylece bireysel duyunç Kutsal Yazıların da yargıcıdır ve bu ne yerde ne de gökte hiçbir üst yetke tanımayan eksiksiz duyunç özgürlüğüdür. Burada sorun en sonunda insanın “bilme yetisini” ilgilendirir ve Calvin insanın Tanrıyı bilebileceğini kabul eder. Tanrının bilgisi insanın gerçek kendisini bilme ediminde dolaysızca verilir. İnsan bağımlı, türevsel, ikincil görülür. Ve gene de Tanrının yaratısı olarak onunla aynı tözü paylaşır ve ancak bu tözün bilgisi insan ve Tanrı arasındaki birliği yaratır.

Calvin'in insana yüklediği bu sonsuz değer ne kadar ussal olsa da, Püritanizmin tüm ussallığı yorumunun gerçeklik değerine bağlıdır. Ama Püritan Tanrıbilim de tasarımlar ve imgeler ile ve giderek bütünüyle usdışı simgeler ile çalışır, kavramlar ile değil. Ve nesneleri üzerine ciltler dolusu yazan yazarlar bile banalitenin ötesine geçmeyi başaramazlar.


Institutes of the Christian Religion
Hıristiyan Dininin Kurumları,
Calvin, 1539

"İye olduğumuz tüm bilgelik, başka bir deyişle gerçek ve sağlam bilgelik iki bölümden oluşur: Tanrının bilgisi ve kendimizin bilgisi. Ama, birçok bağ ile birleşmelerine karşın, hangisinin önce geldiğini ve ötekini ortaya çıkardığını ayırdetmek kolay değildir."

"Nearly all the wisdom which we possess, that is to say, true and sound wisdom, consists of two parts: the knowledge of God and of ourselves.But, while joined by many bonds, which one precedes and brings forth the other is not easy to discern."

Calvin'e göre:

  • Tanrının bilgisi doğuştandır (I. iii. 3);
  • insanların yüreklerinde doğal olarak yazılıdır (I. iv. 4);
  • ve böylece insanın yapısının kendisinin bir parçasıdır (I, iii, 1).

 

 

Karl Barth İsa'nın çarmıha gerilmesinde bildirilen Tanrıyı insan kültürleri ile, ne kadar büyük olursa olsun insan başarımları ya da iyelikleri ile ilişkilendiren her bakış açısını yadsır. Ama “Kutsal Yazılar”ın kendileri de insanın kültürel yaratılarıdır. Özel olarak “Tanrı” ile ilgili olmalarına karşın, kavramsal olmayan imgesel, tasarımsal düşünceler olarak bütününde insana aittirler. Tanrının Oğlu olarak İsa'nın kendisinin aracılığı dışında herhangi bir aracılık Üçlülük din kavramına uymaz ve “Kutsal Yazılar” böyle bir aracılık için ne uygun ne de yeterlidir. Eski Ahit metinleri sık sık yazarlarındaki kabalığı, nefret duygusunu, ve sık sık acımasızlığa varan duyunçsuzluğu sergiler ve “seçilmiş halk” için betimledikleri “etik” gerçekte etik-dışı ve evrensel insanlığa düşmandır. “Kutsal Yazılar”a yüklenen aracılık işlevi insanı seven ve onunla Bir olan bir Tanrı adına değil, oldukça değersiz ve derinliksiz insan yazarlar adınadır. Yeni Ahit de tüm tarihsel-kültürel belirlenimlerin dışında tanrısal bir Oğul karakteri çizmede sık sık başarısız ve aptalcadır. Ama Karl Barth da tanrısallığın kanıtını tansıklarda bulan bu düşlemsel Yazılara hak etmediği önemi yükler.

Püritanlar Calvin’in Püritanizmini izleyerek tüm dışsallığı yalnızca dinlerinden arındırmakla kalmadılar, ama yaşamlarından da arındırdılar. Püritanizm genel olarak kültürün geçicilik, değersizlik ve saçmalıkları ile geçimsiz evrensel, yalın, içtenlikli bir insan karakteri biçimlendirir. Ama Püritanizm öğretilerinde herşeye karşın Üçlülük Kavramına ait olmayan birçok şeyi barındırdı. Reformasyonun önderleri ilkin tıpkı Katolik Kilisesi gibi dünyasal ya da politik bir egemenlik özlemi içinde idiler. Öte yandan ikonoklazmı vandalizme vardırdılar ve güzel sanatları reddettiler. Ama kendilerini yargılayacak ve tarihten bütünüyle silecek saltık duyunç özgürlüğünü yarattıklarının bilincinde değildiler.

 



 

Pilgrimler için Yeni Dünyaya göç ilkin tehlikeli bir deniz yolculuğu demekti. Sonra yabanıl ve zorlu bir doğal çevrede tüm gereksinimlerini kendi emek ve becerileri ile karşılamayı başarmaları, aşağı yukarı herşeyi sıfırdan başlamak üzere kendilerinin üretmesi demekti. Ve tüm bu güçlüklerin altında yatan görülmeyen amaç tanrısal bir krallığın yaratılması idi. Pilgrimler ve Püritanlar Yeni Dünyaya tecimsel kazanç ya da başka dünyasal çıkarlar amacıyla gitmediler. Ve gene de Püritanların Yeni Dünyası 20’nci yüzyıla doğru dünyanın en büyük ekonomik gücü oldu ve giderek zamanla Eski Dünyanın arkaik kültürlerinin sonu gelmez şiddet kültürünü dizginleme ve yatıştırma işlevini de üstlendi. Ekonomi etik gerektirir. Kapitalizm hırs gerektirir. Ekonomik güdüyü hırsa indirgemek hırsın ‘moral’ etmen olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Edimsellik kimi yararcı ‘ekonomistlerden’ daha moraldir, çünkü düzgün ve özgür insan moral normunu duyuncundan türetir, yarardan değil.

 

“Most settlers in the American Mid-Atlantic and New England were Calvinists, including the English Puritans, the French Huguenots and Dutch settlers of New Amsterdam (New York), and the Scotch-Irish Presbyterians of the Appalachian back country. Nonconforming Protestants, Puritans, Separatists, Independents, English religious groups coming out of the English Civil War, and other English dissenters not satisfied with the degree to which the Church of England had been reformed, held overwhelmingly Reformed views. They are often cited among the primary founders of the United States of America. Dutch Calvinist settlers were also the first successful European colonizers of South Africa, beginning in the 17th century, who became known as Boers or Afrikaners.” (W)

 

Püritanlığın tarihsel önemini yadsımak için ciddi bir düşüncesizlik yeteneği gereklidir. Pozitif dinsel kurgulardan bütünüyle ayrı olarak, Din kavramı insan haklarını evrensel olarak tanır, duyunç özgürlüğü üzerine dayanır, ve ancak bu hak ve ahlak temellerinde aklanan dünyasal etik toplumsal yaşamın gerçek biçimidir. Bunlar Devlet kavramının da biricik özsel içeriğidir. Püritanların topluluk yaşamları bütünüyle demokratik ve bütünüyle dinsel idi. Laiklik gibi bir sorunları yoktu ve dünyasal yaşam ve dinsel yaşam arasında bir ayrım yapmaları gereksizdi.

 

Modern dünyanın politikasından piskoposları, rahipleri ve daha başka ‘kutsal’ figürleri arındırmak demokrasinin kendisini gerçek kavramına yaklaştırmaktan daha önemsiz bir sonuç getiremezdi. Monarşilere, aristokrasiye ve dinadamları sınıfına karşı savaşımda radikal Protestanlardan daha ödünsüz bir politik güç bulmak olanaksızdır. Ve bu öndersiz güç, Roma Katolik Kilisesinin istençsiz ve eylemsiz sürüsünün tersine, Dünya Tarihinin kendisinin istenci olan yurttaş toplumunun bir ön biçimi idi. Modern dönem ve modern tarih yalnızca kendi istencini ve kendi egemenliğini tanıyan ve kendinden başka hiçbir güce hesap vermeyi kabul etmeyen yurttaş toplumu ya da özgür ulus doğuşu ile başlar. Ve bu doğuş henüz salt doğuş olduğu uzun bir devrim sürecinin ilk habercisidir. Demokratik bilincin büyüyüp olgunlaşması, küreselleşmesi, etik yaşamın arkaik yaşam biçimlerini yeryüzünden silmesi şu ya da bu önderin değil, yurttaş toplumunun sorumluluğuna düşer. Ve türdeş ulus-devletlerin önlerinde bekleyen gelecek savaşmak değil, birleşmektir.

 

 

Dünya Tini demokrasiye ilerleyişinde hiçbir "öndere" gereksinmez. Calvin, Luther, Zwingli gibi "önderler" grotesk teolojik amaçlarına ulaşamadılar. Hiçbir ussal ve özgür insan onları dinlemedi. Reformasyon kurumsal kiliseyi tanımayarak yalnızca bireysel duyuncun dışsal yetkeden özgürleşmesini sağladı. Özgürlük bilincinin evrenselleşmesi ile, özgür istencin doğuşu ile politika ve ekonomi de doğmaya, "kişi," "birey," "yurttaş" kavramları realite olmaya başladı. Etik yapı önderlerin planlarına göre değil, insan doğasına göre biçimlenir ve bunun bir süreç olması için henüz kültürel bir kaos olan Avrupa’da eksik olan şey duyunç özgürlüğü idi. Etik yapılar ancak moral değişim temelinde değişebileceği için, duyunç özgürlüğü modern tinin özsel karakterini tanımladı. Yurttaşın özgür istencinin egemenliği olarak demokrasi aileden topluma, devlete bütün bir etik yaşamın yeniden örgütlenmesi için tarihsel etkinliğine başladı.

 

Modern devrim geri alınamayacak biricik gerçek devrimdir, çünkü devrim bir partinin, önderin vb. istenci tarafından kraliyetin devrilmesi değil, duyunç ve istenç özgürlüğünün bilincine varan kitle tabanının kendisi tarafından yerine getirilen gerçek politikadır. Modern devrim Dünya Tarihinin bütün bir emeğini üstlenen ve onu ereğine ulaştıracak olan yeni bir tinin, modern tinin oluşu sürecidir.

 

  • Puritanism was not merely a religious doctrine, but corresponded in many points with the most absolute democratic and republican theories. Alexis Tocqueville

 

  • Few bodies or parties have served the world so well as the Puritans. Ralph Emerson

 

  • Puritanism and democracy have worked together [and America] is a lineal descendent of Puritanism. Edward Ross

 

  • Puritanism [has] the anti-authoritarian tendency. Max Weber

 

  • Puritanism was a cutting edge which hewed liberty, democracy, humanitarianism, and universal education out of the black forest of feudal Europe and the American wilderness. Samuel Morison

Puritanlar, Ayrılıkçılar, Pilgrimler (VİDEO)

Püritanlar, Ayrılıkçılar (Seperatists), Pilgrimler (LINK)


Anglikan Kilisesi yarı Katolik ve yarı Protestan bir via media idi. Burada her zaman bir parça kendini-aldatma, bir parça yalan ve yamukluk bulunur. Dışsal şeyler, ilgisiz ya da önemsiz şeyler ("indifferent things") inancın tinsel arılığını bozar, duyunç özgürlüğü kendini kısıtlamaya başlar, ve dinadamına boyun eğme alışkanlığı sürer.

 

Pilgrimler ülkelerinden ayrılmayı yeğlediler. Başlangıçta Amerika'ya göç etme gibi bir planları yoktu. Bu nedenle ilkin, 1608’de, Avrupa'nın her tür Protestanı için hoşgörü ülkesi olan Hollanda’ya yerleştiler ve hiç kimsenin kendilerine karışmadığı bu ülkede "much peace and liberty" buldular. Ama bir süre sonra Hollanda’nın çocuklarını yetiştirmek için uygun olmadığını düşünmeye başladılar. Dahası, ağır işlerde çalışmalarına karşın büyük geçim sıkıntıları içine düştüler. Pilgrim ailelerin çoğu aşağı yukarı yalnızca karın doyurabilmek için haftada altı gün gün doğuşundan gün batımına dek tekstil fabrikalarında çalışıyordu.

 

   

Ayrılıkçı Püritanlar İngiltere'de 1600'lerin başında bir topluluk oluşturmaya başlamışlardı. Ülkenin geri kalanının ne yaptığı ile ilgilenmiyor, İngiltere'yi reformdan geçirmeyi de düşünmüyor, yalnızca rahat bırakılmayı istiyorlardı. İngiltere Kilisesinden uzaklaşarak sonunda kopma noktasına geldiler. İngiliz hükümetinin onları uğraşmaya değmez bulmasına karşın, yerel hükümetler ve topluluklar tarafından rahatsız ediliyorlardı. Ve Pilgrimlerin bir krala ya da sivil yetkeye bağlılık yemini etmeyi kabul etmeleri söz konu olamazdı. 1607'de Hollanda’ya yerleştiler.

 

Ama bir süre sonra Hollanda’nın onlara uygun olmadığını düşünmeye başladılar. Pilgrimlerin büyük ölçüde kırsal düşünce yapıları için Hollanda çok fazla kentli ve kozmopolitan idi. Çocukları Hollanda toplumuna assimile oluyor, giderek aralarından kimileri Hollandalılar ile evleniyordu. Pilgrimler başka bir çözüm aramak üzere İngiltere'ye geri döndüler.

 

REFORMASYON VE PÜRİTANİZM


Reformasyon Kuzey Amerika'nın kolonileştirilmesinde birincil güdülerden birini sağladı. Ve yeni kültürün demokratik karakterini belirlemede başlıca etmen oldu. 17’nci yüzyılda Avrupa’da Reformasyon henüz göreli olarak yeni idi ve duyunç özgürlüğünü tanımayan Roma Katolik Kilisesi ve duyunç özgürlüğü isteyen Protestanlar arasındaki gerginlikler sürüyordu. 1534’te VIII. Henry İngiltere’yi Roma Katolik Kilisesinden koparmış ve başkanlığını kendisinin üstlendiği Anglikan Kilisesini kurmuştu. Henry’nin Reformasyon gibi bir niyetinin olmamasına karşın, ülkedeki Protestanların bir bölümü bunu İngiltere’de Kiliseye gerçek bir reform getirmek için bir fırsat olarak gördüler. Zamanla bu Protestanlar Püritanlar olarak bilinir oldular, çünkü Anglikan Kilisesini İncil’e uygun olmadığına inandıkları Katolik geleneklerden arındırmayı istiyorlardı. Ama yıllar geçtikten sonra Püritanların bir bölümü gerçek reforma doğru çok az şey başarıldığını düşünerek İngiltere Kilisesinden ayrılma ve yeniden başlama yolunu seçtiler. Püritanlar İngiltere Kilisesinin bir bölümü olarak kalırken, ayrılıkçılar hainler olarak görülmeye başladı. Pilgrimleri oluşturacak olan bu grup zulümden ve hapis tehlikesinden kurtulmak için ilkin Hollanda’ya yerleşti.

 

   

Büyük ölçüde Calvinist öğretilere dayanan bir Hıristiyanlık biçimini kabul eden Pilgrimler Yeni Dünyada yaşamlarına yeniden başlama planları ile yola çıktılar. Virginia kolonisine ulaşmayı tasarlamış olmalarına karşın, çok daha kuzeye sürüklendiler. 26 gün süren yolculuk zorlu geçti ve tekne sonunda Plymouth adını alacak olan noktaya ulaşmayı başardı. İlk kış boyunca 102 Pilgrimden yaklaşık üçte biri yaşamını yitirdi. Ama ertesi yıl Plymouth kolonisi az çok kararlı bir yapı kazandı.

 

   

Pilgrimlerin yerli nüfus ile başlangıçta çok az ilişkileri oldu. Buna karşın, Pilgrimlerin varışından kısa bir süre sonra yerel nüfusun büyük bölümü çiçek hastalığı salgını nedeniyle öldü. Bunun nedeni büyük olasılıkla bölgeye Pilgrimlerden daha önce gelen Avrupalılar idi. Sağ kalan yerlilerden bir bölümü Pilgrimlere bölgede hangi ekinlerin ve hayvanların yetiştirilebileceğini öğretti. Kimi paranoid tarihçiliğin masalları ile karşıtlık içinde, yerliler Pilgrimleri bir gözdağı olarak görmediler; onları rahat bırakmakla da kalmadılar ve ilk kolonistlerin sağ kalmalarını sağlamada başlıca etmen oldular. Plymouth kolonisi bir süre sonra 1629'da Massachusetts Bay kolonisine katıldı.

 

Daha sonra gelen Püritanlar geleceğin Boston ve New Haven’ı olacak olan yerleşim noktalarını kurdular. Bu grup daha radikal, daha zorlayıcı ve daha az hoşgörülü idi.

 

   
HARVARD KOLEJİ  

1630’da Plymouth Kolonisinin kurulmasından sonra İngiltere'den Püritan John Winthrop önderliğinde gelen ikinci göçmen dalgası Massachusetts Körfez Kolonisini kurdu. 1636’da Massachusetts koloni meclisi bir kolej kurulmasına karar verdi ve proje için 400 poundluk bir bütçe ayırdı. Daha sonra İngiliz din adamı John Harvard 400 kitaptan oluşan kütüphanesini ve 780 poundluk bir miktar parayı koleje kalıt bıraktı. 1638’de koloni meclisi henüz yapımı tamamlanmamış olan okulun adının “Harvard” olmasına karar verdi. Harvard Koleji Birleşik Devletler’deki en eski yüksek öğrenim kurumudur. Daha sonra dünyanın en saygın eğitim kurumlarından biri olan Harvard Üniversitesine dönüşecek olan kolej İngiliz Kuzey Amerikasının bilinen ilk matbaasını elde etti.



İngiliz Kilisesi (Anglican Church ya da ecclesia anglicana)



‘İngiliz Reformasyonu’ tuhaf bir terimdir çünkü bu ‘Reformasyon’un önderi bir Katolik olan ve Katolik kalmayı sürdüren VIII. Henry’dir.

 

İlk bakışta Roma Katolik Kilisesinden kopuş VIII. Henry’nin kaprisi olarak görünse de, Reformasyonun düşünceleri ülkede bir süredir yayılmaya başlamış ve nüfusun bir bölümü daha şimdiden Calvinizme dönmüştü. Aynı zamanda İngiltere Roma Katolik Kilisesinin bütün bir Avrupa’daki en güçlü kalesi idi ve kurumsal Kilisenin bütün bir yozlaşması İngiltere’de İngiliz karakteristikleri ile bütünlük içinde sergileniyordu. 1534’te Katolik Henry’nin İngiltere’yi Roma Katolik Kilisesinden koparması ve kendini Anglikan Kilisesinin Başkanı yapması bir Reformasyona eşit değildi. İngiliz ‘Reformasyonu’ bilmeden ve istemeden yanlışlıkla yapılan bir davranış gibidir. Ama kendinde fazla önemli olmayan bu olay hiçbir biçimde öngörülemeyecek sonuçlara götürdü. Püritanlar ülkeyi boşaltmaya başladılar ve İngiltere’de yalnızca onlar tarafından temsil edilen etik karakteri de yanlarına alarak ve Yeni Dünyada kendilerine yeni bir ülke kurmaya gittiler.

 

İngiltere Katolik kültürüne bağlı kalmada diretti ve ülkede hiçbir zaman başka kuzey ülkelerinde olduğu gibi kültürün bütününü tanımlayacak bir Reformasyon gerçekleşmedi. Kaçınılmaz olarak zulüm görmeye başlayan Protestanlar için seçenekler ya Anglikan Kilisesini içeriden arındırmak (Püritanizm ya da Arındırmacılık) ya da ondan bütünüyle ayrılmak (Ayrılıkçılık) idi. Püritanlar kitlesel olarak Anglikan Kilisesinden kaçmayı seçtiler ve kalanlar inançlarının arılığından özveride bulunarak kendilerini bir yarı-Katolik yarı-Protestan inanca uyarlamaya başladılar.

 

VIII. Henry’nin manastırları dağıtması ve toprak ve servetlerine el koyması dinsel değil, ekonomik güdülere bağlı bir eylem idi. Manastırların kaldırılmasından sonra da Henry Katolik inancına bağlı kalmayı sürdürdü. Tarihçi G. W. Bernard’a göre:

 

“The dissolution of the monasteries in the late 1530s was one of the most revolutionary events in English history. There were nearly 900 religious houses in England, around 260 for monks, 300 for regular canons, 142 nunneries and 183 friaries; some 12,000 people in total, 4,000 monks, 3,000 canons, 3,000 friars and 2,000 nuns ... one adult man in fifty was in religious orders.” [W]

 

16’ncı yüzyılda Kıtada Reformasyon güçlenirken, Avrupa’nın İspanya’dan sonraki Katolik kalesi olan İngiltere’de Luther ile ya da Calvin ile ya da Zwingli ile karşılaştırılabilecek bir önder çıkmadı. Bunun nedeni İngiltere’nin uygarlıktan göreli yalıtılmışlığında ve buna bağlı etik geriliğinde yatar. Fransızca’dan gelmiş olabileceği düşünülen ‘puritan’ sözcüğü bile ilk kez ancak 16’ncı yüzyılın sonlarına doğru kullanılmaya başladı. Sözcük özel bir mezhebi ya da bir tür fanatizmi anlatmaktan çok tamamlanmış bir Reformasyonu ve özüne yeniden geri dönmüş Hıristiyanlığı anlatmak için kullanılıyordu.

 

1530'larda kurulan İngiliz devlet kilisesi — Anglikan Kilisesi — uygulamalarına uyulması isteminde diretirken, Püritanlar daha büyük reformlar uğruna çabalıyorlardı. 1620’lerde İngiltere Kilisesi önde gelen Püritan rahipleri ve izleyicilerini yasa-dışı olarak, gücüne karşı çıktıkları için bir güvenlik sorunu olarak görmeye başladı. Üzerlerindeki baskının artması ile, birçok Püritan Yeni İngiltere'ye gitmeye karar verdi. 1640’ta Yeni İngiltere’nin nüfusu 25.000’e yükseldi. Bu arada İngiltere Kilisesinin Püritanları tanımayan üyelerinden bir bölümü ekonomik fırsatlar yakalama uğruna Virginia’ya gitti.

 

1640’larda İngiltere’deki mezhep sorunları kızışarak bir iç savaşa dönüştü. Bir yanda Kral I. Charles’ın ve İngiltere Kilisesinin destekleyicileri ve karşı yanda Parlamentarianlar, Püritan reformistler ve bunların Parlamentodaki destekleyicileri vardı. 1649’da Parlamentarianlar üstünlüğü ele geçirdiler ve beklenmedik bir kararla I. Charles’ı idam ettiler. Kralsız kalan İngiltere bir ‘cumhuriyet’ oldu. Amerika’daki İngiliz kolonistler olayları yakından izliyorlardı. Aralarından bir bölümü Yeni İngiltere’den ayrılarak krala ve devlet kilisesine karşı savaşa katılmak üzere ülkeye geri döndü. İngiltere’deki karışıklıklar kolonileri yönetme işini güçleştirdi ve İngiltere ve koloniler arasındaki kültürel ayrımlar büyüdü.

 

Reform düşünceleri de başka herşey gibi İngiltere’ye Kıtadan geldi ve başlıca Calvin’den etkilenen dinadamlarının çabaları yoluyla yayıldı. Ama sonuçta ortaya çıkan Anglikan Kilisesi Protestan bir karakter taşımaktan çok orta bir yol izleyerek (via media) Roma Katolik Kilisesinin boşinançlarının bir bölümüne bağlı kalmayı sürdürdü.

 

İngilizlerin hiçbir zaman bir Luther gibi ya da Calvin gibi Protestan önderleri olmadı. Ama on yedinci yüzyılda I. Elizabeth zamanında güçlü bir Püritan devim gelişti. Calvin’in öğretilerini izleyen Püritanizm Anglikan Kilisesini devirmek yerine kurumu içeriden dönüştürmeyi istedi. Kilisede güç ve sorumluluk konumları elde etmelerine karşın umutları boşa çıktı. İngiltere Anglikan Kilisesinin orta yolcu karakteri ile ülkede yer alan modern etik dönüşümü önledi ve radikal Protestanlara ülkenin yarı-Katolik Anglikan Kilisesinden kaçmaktan başka seçenek bırakmadı.


Püritanlar



Calvin’in düşüncelerini değişik yollarda yorumlayan Püritanlar kendi aralarında bölündüler. İskoçya’da John Knox önderliğindeki Presbyterianlar Katolik rahipler gibi iş gören piskoposlar yerine topluluğun yaşlılarının (presbyters) yönetiminde ayrı bir ulusal kilise istediler. Kongregasyonel kiliseler her topluluğun bağımsız olmasını istiyordu. Ayrılıkçılar ya da Bağımsızlar (Separatists ya da Independents) kendi topluluklarını oluşturmak üzere Anglikan Kiliseden bütünüyle koptular.

 

Püritanlar yaşamın her alanında Tanrının istencine boyun eğmeyi istiyorlardı. Ama herkes yaşamında böylesine kökten bir değişime istekli değildi ve belli bir gevşeklik payının olması gerektiğini düşünenler vardı. Papayı yadsımak, bir Protestan Kilisede aşağı yukarı eskiden olduğu gibi tapınmayı sürdürmek, İncil’i yüzeysel olarak okumak onlar için bütünüyle yeterli idi.

 

Püritanlar da onlara yüklenen tüm düşlemsel karakter özelliklerine karşın normal insanlardı. Ancak Katolik gevşeklik ve hedonist bakış açısı ile göreli olarak normal olanın çileci görünmesi kadar çileci idiler. Kültürel dışsallıklardan rahatsız olmaları iyi giyinmeyi, iyi yemeyi ve başka herkes gibi toplumsal olmayı sevmelerinin önüne geçmedi. Onları İngiltere’nin yarı-Protestanlarından ayıran yan dürüst ve düzgün olmak için istekli ve kararlı olmaları, ve bunu kendi duyunçları ile başarmaya çalışmaları idi. Ancak etik yaşamda olanaklı olan bireyselliğin gelişmesi toplumsallığın da gelişmesinin ön-koşuludur.

 

İngiltere’de Püritanların başka herşeyden çok sevdikleri şey toplanarak birlikte İncil’i okumak ve tartışmak idi. Bu toplantılarda gerçeği bir rahipten ya da piskopostan almıyor, tersine onu kendi başlarına tartışıyorlardı. Aralarından bir bölümünün kutsal yaşam isteğinde aşırılığa gitmesi kaçınılmazdı. 1588’de radikal Püritanların eylemleri ve Kraliçenin karşı eylemleri başladı. 1593’te Parlamento Püritanlara karşı bütün topluluğu bastırmaya yönelik yasalar çıkardı. İngiltere’de devlet ve kilise bir olduğu için, ayrılıkçılık doğal olarak ihanet ile bir görülüyordu ve kilise bir devlet kilisesi olduğu için, ondan ayrılmak İngiltere’nin kendisinden ayrılmak demekti. Bu düzeye dek İngiltere’ye karşı Amerikan Bağımsızlık Savaşını daha savaş yapılmadan kazananlar ilkin Pilgrimler oldu.


John Winthrop / Prof. Allison discusses John Winthrop’s life and accomplishments (VİDEO)

John Winthrop / Prof. Allison discusses John Winthrop’s life and accomplishments (LINK)

 




John Winthrop / Suzanne Shaut (VİDEO)

John Winthrop / Suzanne Shaut (LINK)




John Winthrop

People & Ideas: John Winthrop (LINK)

     
   

In the year 1588, the British Royal Navy inflicted a decisive and devastating defeat upon the Spanish Armada. Henceforth Protestant Britain would rule the seas; Catholic Spain was reduced to a second-string European power. The year of England's ascendancy also marked the birth of John Winthrop, born into a prosperous middle-class family from Suffolk.

As a young man, Winthrop became convinced that England was in trouble: Inflation coupled with population growth had led men to pursue wealth at the cost of their souls. Efforts to reform the Church of England had faltered. Zealous bishops hounded religious dissenters who resisted obeying the rules. Puritans like Winthrop were persecuted. As he worried about his future, Winthrop became intrigued by a new venture, the Massachusetts Bay Colony, a commercial enterprise that offered the chance for religious freedom in the New World.

Winthrop struggled with the decision to abandon his homeland. He was keenly aware that hardships had claimed the lives of half the Pilgrims who had settled in Plymouth 10 years earlier. He had no illusions about the difficulties that lay ahead -- a hostile climate, bad food, sickness and isolation. When he survived a bad accident with his horse, he took this as a divine signal: God was calling him to create a holy community in the wilderness of New England.

Winthrop was chosen to serve as governor of the fledgling Puritan colony. Before leaving Southampton or perhaps onboard the flagship Arbella, (scholars disagree on the exact timing), Winthrop delivered a sermon titled "A Modell of Christian Charity," also known as "A City Upon a Hill." Reminding them of their covenant with God, he urged his fellow travelers to honor their duties and obligations, "or surely we shall perish." Yet underlying this warning was a message of hope. Drawing upon the book of Deuteronomy, he concluded, "Let us chose life that we, and our seed may live, by obeying His voice and cleaving to Him, for He is our life and our prosperity."And so Winthrop and his fellow Puritans sailed westward to establish a model Christian commonwealth they hoped would serve as an example that England and all of Europe would one day emulate.

In Boston, Winthrop assumed leadership of the colony. His energies seemed prodigious and inexhaustible. Whatever needed doing, he tried to do it. Repeatedly elected governor, he was chiefly responsible for maintaining civic and social order. Political unity demanded religious conformity. Yet Winthrop understood that a measure of dissent and disagreement was inevitable. By temperament, he was a moderate, inclined to seek compromise, as he did when his friend Roger Williams began testing the patience of the authorities. At the same time, Winthrop recognized there were limits to dissent, for challenges to religious authority

🛑 Dini dünyasal yetke olarak kullanıyor.      
   

could undermine political order and social stability. Roger Williams was eventually banished, and when Anne Hutchinson tested those limits, Winthrop took action. Hutchinson, too, was banished from Massachusetts for the rest of her life.

 



Roger Williams

People & Ideas: Roger Williams (LINK)

     
   

A young English minister with a talent for languages, Williams arrived in Boston in 1631. John Winthrop, the Puritan governor of the Massachusetts Bay Colony, expressed his pleasure with "Mr. Williams, a godly minister." He soon changed his mind. Williams had developed an interpretation of Scripture totally at odds with the theology that governed the holy commonwealth.

The Puritans believed they were creating a new Israel, a society modeled on the Old Testament. That society demanded religious conformity. Williams argued that Jesus Christ had inaugurated a new age, a new dispensation that demanded a break with the past. It was the New Testament, not the Old, that mattered. For Williams, the commonwealth was based on a theologically faulty foundation.

🛑 Püritanlar Anglikan Kilisesinin içinde kalmanın ötesinde ona yakın görüşler de savunuyorlar.      
   

Williams argued that the Puritans were hypocrites because they remained within the Church of England rather than making a clean break, as the Pilgrims had done. He went on to assert that it was dishonest and wrong to take land from the Indians without paying them for it. Finally, he insisted that civil magistrates did not have the right to enforce religious duties like making people go to church on the Sabbath.

A restless spirit, Williams moved between Boston, Salem and Plymouth Colony, winning followers, irritating opponents and provoking controversy. Finally banished from the Massachusetts Bay Colony in 1635, Williams headed south and established a small settlement at the headwaters of Narragansett Bay, in present-day Rhode Island. Named "Providence," the community officially guaranteed liberty of conscience. Baptists, Quakers, Jews and other religious dissidents, including Anne Hutchinson, soon found a haven there.

Williams believed passionately in "soul liberty" or liberty of conscience. God had created human beings and endowed them with the inborn right to make choices in matters of faith. "It is the will and command of God," wrote Williams, "that a permission of the most paganish, Jewish, Turkish, or anti-Christian consciences and worships, be granted to all men in all nations and countries; and they are only to be fought against with that sword which is only (in soul matters) able to conquer, to wit, the sword of God's spirit, the Word of God."

🛑 İnancın dayatılması duyunç özgürlüğünü tanımamaktan doğar ve şiddette sonuçlanır.      
   

For Williams, religion was an inherent God-given right. Belief must never be coerced. History clearly demonstrated that subjecting the conscience to "spiritual and soul rape" had caused endless bloodshed and cost countless lives. Rulers in all ages, Williams wrote, have practiced "violence to the Souls of Men."

Williams died at the age of 81 in 1683, almost 50 years after his banishment from the Bay Colony. As his biographer Edwin Gaustad observed, there was no state funeral, no monument, no eulogy. But Williams won a more lasting memorial: His ideas about conscience decisively shaped the way that Americans understand and value religious liberty.

 



People & Ideas: Anne Hutchinson

People & Ideas: Anne Hutchinson (LINK)

     
   

Smart, outspoken and opinionated, Anne Hutchinson was the daughter of an English minister, well versed in the Bible and devoted to the teaching of the popular preacher John Cotton. In 1634, Anne and her family arrived in Boston, where her husband built a house directly across the street from the renowned and respected three-time governor of Massachusetts, John Winthrop.

🛑 Kadınlar tinsel olarak eşit.      
   

Trained as a midwife and nurse, Hutchinson began to hold small meetings in her home to discuss John Cotton's sermons. Soon the meetings were attracting up to 60 people -- men and women. For a woman to engage theological discussions posed a subtle challenge to the patriarchy that governed the Bay Colony. From across the street, John Winthrop characterized Hutchinson as "a woman of haughty and fierce carriage, of a nimble wit and active spirit, and a very voluble tongue, more bold than a man."

Hutchinson gave Winthrop ample reason to worry. In the fall of 1636, she accused Puritan ministers of making salvation dependent on an individual's good works rather than on divine grace, which was contrary to Puritan teaching. The ministers denied this charge, arguing that good works are evidence of conversion and salvation, not the grounds of salvation. They argued that they were therefore not teaching a Covenant of Works.

Hutchinson persisted, arguing that assurance of salvation came from a mystical experience of grace -- "an inward conviction of the coming of the Spirit." She believed that by teaching that good works were evidence of true conversion and salvation, ministers were still preaching a Covenant of Works rather than a Covenant of Grace.

Hutchinson went further, claiming that God had communicated to her by direct revelations and declaring that she was capable of interpreting the Scriptures on her own.

🛑 Yetkenin yorumunu ileri sürmek tam olarak Katolik Kilisenin tutumu idi. Duyunç özgürlüğü İncil'in yargılanmasını kapsar.      
   

Hutchinson's charges constituted a frontal attack on the spiritual authority of both the church and society. For Puritans, the ultimate source of authority was the Bible as it was interpreted by duly authorized ministers. Hutchinson's claim that she possessed the authority to interpret the Bible challenged this basic principle. Even more galling was her claim that she received immediate revelations from God. Her challenge to official doctrine threatened to tear the Massachusetts Bay Colony apart.

🛑 Püritanlar zulum yapıyor.      
   

In November 1637, Hutchinson was brought before the General Court, the colony's principal governing body, on charges of sedition. Winthrop questioned her closely, but she eluded his grasp. The court adjourned.

The following day Hutchinson changed her position. She freely acknowledged that God spoke to her directly. This claim constituted blasphemy. Now the court had grounds to punish her. The assembly voted and handed down its judgment: banishment.

🛑 Hutchinson boşinanca sığınıyor. Püritanlar sürgün cezası veriyor.      
   

Anne and her husband, William, found refuge in Roger Williams' colony in Providence, R.I. Hutchinson's experience speaks to a persistent question: What is the source of religious authority? Is it the individual or the community? Who decides? How much dissent can a religious community tolerate? What are the limits, if any?

 



People & Ideas: The Puritans

People & Ideas: The Puritans (LINK)

     
   

Like the Pilgrims, the Puritans were English Protestants who believed that the reforms of the Church of England did not go far enough. In their view, the liturgy was still too Catholic. Bishops lived like princes. Ecclesiastical courts were corrupt. Because the king of England was head of both church and state, the Puritans' opposition to religious authority meant they also defied the civil authority of the state.

In 1630, the Puritans set sail for America. Unlike the Pilgrims who had left 10 years earlier, the Puritans did not break with the Church of England, but instead sought to reform it. Seeking comfort and reassurance in the Bible, they imagined themselves re-enacting the story of the Exodus. Like the ancient Israelites, they were liberated by God from oppression and bound to him by a covenant; like the Israelites, they were chosen by God to fulfill a special role in human history: to establish a new, pure Christian commonwealth. Onboard the flagship Arbella, their leader John Winthrop reminded them of their duties and obligations under the covenant. If they honored their obligations to God, they would be blessed; if they failed, they would be punished.

Arriving in New England, the Puritans established the Massachusetts Bay Colony in a town they named Boston. Life was hard, but in this stern and unforgiving place they were free to worship as they chose. The Bible was central to their worship. Their church services were simple. The organ and all musical instruments were forbidden. Puritans sang psalms a cappella.

The Puritans were strict Calvinists, or followers of the reformer John Calvin. Calvin taught that God was all-powerful and completely sovereign. Human beings were depraved sinners. God had chosen a few people, "the elect," for salvation. The rest of humanity was condemned to eternal damnation. But no one really knew if he or she was saved or damned; Puritans lived in a constant state of spiritual anxiety, searching for signs of God's favor or anger. The experience of conversion was considered an important sign that an individual had been saved.

Salvation did not depend on outward behavior, but on a radical undertaking that demanded each individual to plumb the very depths of his heart and soul. This "Covenant of Grace" contrasted with the "Covenant of Works," which stressed the importance of righteous behavior. Faith, not works, was the key to salvation. The experience of conversion did not happen suddenly; it proceeded in fits and starts punctuated by doubt, as divine power worked its way on fragile human material.

But it was not only individual salvation that mattered; the spiritual health and welfare of the community as a whole was paramount as well, for it was the community that honored and kept the covenant. The integrity of the community demanded religious conformity. Dissent was tolerated, but only within strict limits.

John Winthrop understood that people were bound to disagree and was willing to tolerate a range of opinion and belief. But he also recognized that if dissent were not kept within bounds, it would undermine the community. And that is precisely what happened. Two members of the Massachusetts Bay Colony, Roger Williams and Anne Hutchinson, challenged the religious authority of the Puritan commonwealth and threatened to destroy Winthrop's vision of "a city upon a hill."

The colony survived, but over time its religious fervor diminished. Scholars disagree about when and why this happened. The Puritans themselves found it difficult to maintain a society in a state of creative uncertainty. In 1679, a Puritan synod met to deliberate the causes of widespread spiritual malaise. Blame was assigned to an increase in swearing; a tendency to sleep at sermons; the spread of sex and alcohol, especially in taverns, where women were known to bare their arms and, upon occasion, even their breasts; and, most telling, the marked increase in lying and lawsuits.

 





Niçin geldiler?



Pilgrimler Amerika’ya yoksul oldukları için ya da Hollandalılar gibi tecim yapmak için ya da İspanyollar gibi altın ve gümüş bulmak için gelmediler. Öyle görünür ki başlıca güdüleri Yeni Dünyada kendilerine gerçekten yeni bir dünya yaratmak, “Tanrılarını utandırmayacak” insanlar olmak idi. Dışsal arınma yeterli değildi. Ve içsel arınma sürekli içsel yenileşmeyi olanaklı ve kaçınılmaz kıldı. Püritanlıkları ile, sonlu gelenek kültürlerinin geçiciliğini tanıdılar. Kültürün pıhtılaşmasına izin vermeyen duyunç ve istenç özgürlüğü ile büyümeye başladılar. Modern kültürün dayanıksız, değersiz ve akışkan karakteri ile uyum içinde değişmeyi sürdürdüler.

 

Amerikan Tininin kökenine ilişkin özsel mit Pilgrimlerin Plymouth’ta yerleşmesidir. Mayflower adlı geminin iki aylık bir yolculuktan sonra İngiltere’den getirdiği 102 göçmen Plymouth’a (Massachusetts) yerleşmeyi başardı. Bu ilk yerleşim değildi. Daha önce gelenler vardı ve ilk sürekli İngiliz yerleşimi 1607’de Virginia Company of London tarafından kurulan Jamestown (Virginia) idi.

 

İngiltere laik değildi. Din devlete altgüdümlü ve Anglikan Kilisesi devletin denetiminde iken, ‘devlet’ kralın kaprisi idi. Bu nedenle Protestanlardan bir bölümü devletin karışamayacağı bir dinsel özgürlük istediler. 16-18’inci yüzyıllarda English Dissenters ya da English Separatists (İngiliz Ayrılıkçılar) olarak bilinen Protestanların bir bölümü devletin kiliseye karışmasına karşı çıkarak kendi kiliselerini, eğitim kurumlarını ve topluluklarını oluşturdular (Püritanlar İngiliz Kilisesinin içeriden reformdan geçirilmesini isterken, Ayrılıkçılar ya da Brownistler kiliseden çekildiler). Bunların bir bölümü Hollanda’ya göç etti ve orada aradıkları barış ve özgürlüğü buldular. Daha sonra Hollanda’dan ayrılarak Amerika’ya gitmelerinin nedeni Hollanda’da yaşama, çalışma ve çocuklarını yetiştirme koşullarının ağır olması idi. Ek olarak, Hollanda’yı çok liberal ve yozlaştırıcı buluyorlardı.

 


Pilgrimler (VİDEO)

Pilgrimler (LINK)

Püritanlar ve Pilgrimler



İngiltere 1545’te Roma Katolik Kilisesinden koptu. Bunun nedeni VIII. Henry’nin politika ve evliliği ile ilgili kişisel sorunları idi. Ama Protestan Reformcular bunu İngiltere’de Kiliseye gerçek bir reform getirmek için fırsat olarak gördüler. Bu Reformculara zamanla Püritanlar dendi (çünkü İngiliz Kilisesini İncil’e uygun olmadığını düşündükleri Katolik geleneklerden “arındırmak” istiyorlardı).

16. yüzyıl, İngiltere, Püritan aile

Ama Püritanların bir bölümü reform yönünde çok az ilerleme yapıldığını düşünüyordu. İngiliz Kilisesinden ayrılarak baştan başlamanın zamanı gelmişti. Püritanlar ve Ayrılıkçılar arasındaki ayrım böyle doğdu.

Hollanda ve Yeni Dünya



Aynı inançları ve değerleri paylaşmalarına karşın, Püritanlar İngiliz Kilisesinde kalmayı seçtiler. Pilgrimler Ayrılıkçılar grubuna aitti. Kilise Devlete bağlı olduğu için, Ayrılıkçılar hain olarak görülmeye başladı. Böylece hem zulüm hem de hapis cezası ile karşı karşıya kaldılar. Aralarından küçük bir grup 1607’de Hollanda’ya göç etti (Amerika’ya değil). Orada Leiden’e yerleştiler ve çevrede sorun çıkarmadıkları sürece tüm Protestan inanç biçimlerine izin veren dinsel hoşgörü kültüründe özgürce kendi kiliseleri altında toplandılar. Aradıkları dinsel özgürlüğü bulmuşlardı. Ama 1620’de Hollanda’dan ayrılarak Yeni Dünyaya gittiler. Ayrılmalarının nedenlerinden biri Hollanda’da göçmenler için yaşam koşullarının çok ağır olması, yoksulluklarının sürmesi ve çocuklarının geleceği ile kaygılanmaları idi. Ayrıca çocukları Hollanda kültürüne asimile oluyor ve aile değerlerinden kopuyordu. Ve bunlara ek olarak misyonerlik etmeni vardı. İncil’i bilmeyen insanlara onu tanıtmak istiyorlardı. Bu gerekçeler Bradford’un yazılarında belirtildi.

“Mayflower,” Plymouth



Hollanda çok daha kozmopolitan ve kentli iken, Pilgrimler daha kırsal kafalı insanlardı. Ve reform ile kaygılanmaktan çok rahat bırakılmayı istiyorlardı. Daha çok yeni düşünceleri kabul etmede yavaş ve katı olan Calvinist öğretilere bağlı idiler.



Yeni Dünyada Virginia’yı uygun yer olarak gördüler ve 1620 Ağustosunda tek bir gemiye, Atlantik geçişine uygun olmayan Mayflower’a sıkışarak yola çıktılar. 101 insanın zorlu yolculuğu 26 gün sürdü. Kıtaya sonbaharda ulaştıkları için ekim yapamadılar. Bu nedenle ilk kış aralarından üçte birini yitirdiler. 1621 sonbaharında az çok düzenli bir yaşam biçimine geçmeyi başardılar.




Mayflower başlangıçta Virginia Kolonisi’ne ulaşacaktı. Fırtınalar gemiyi şimdi Massachusetts olan yerde Cape Cod’un kancasında demir atmaya zorladı.

 

Püritanizm



Püritanlar İngiltere’de Reformasyonun yeterince ileri gitmediğini düşünen Protestanlar idiler. Bu nedenle ulusal kiliselerini Katolikliğin en son kalıntılarından da arındırmayı istediler.



Püritanizm kendisi Protestan olan İngiliz Kraliçesi I. Elizabeth’in yönetimi sırasında (1558-1603) başladı.

Mayflower Bağıtı



İngiliz kilisesi 1530'larda VIII. Henry’nin Aragonlu Catherine ile evliliğini bozmayan papalık yetkesini reddetti. İngiliz ‘Reformasyonu’nun böyle dünyasal bir başlangıcı vardır. ‘Bloody Mary’ olarak da bilinen Kraliçe I. Mary altında papalık yetkesinin kısa bir tanınması dışında (ve buna göre inançlarını geri almayan birçok Protestanın yakılması dışında), İngiliz Reformasyonu ivmelendi (Protestanlar da Katoliklere karşı benzer öldürme eylemlerinde bulundular). I. Elizabeth İngiliz kilisesinin kendini ‘hem Katolik hem de Reformlu’ olarak betimlemesine izin veren geniş bir orta yol (via media) formüle etti.



Mayflower Compact: Roots of Our Democracy / NBC News Learn (LINK)

Pilgrimler




Making the Thirteen Colonies,
The New Enland States/ DerowBradleyUS (LINK)



Making the Thirteen Colonies The Middle Colonies / DerowBradleyUS (LINK)



Making the Thirteen Colonies The Southern Colonies / DerowBradleyUS (LINK)


 

American Experience: The Pilgrims (Full Documentary)

American Experience: The Pilgrims (Full Documentary) (LINK)

 
 
İdea Yayınevi Site Haritası | İdea Yayınevi Tüm Yayınlar
© Aziz Yardımlı 2017 | aziz@ideayayinevi.com