Terör Temelinde Erdem Cumhuriyeti
Aziz Yardımlı

idea yayınevi site haritası 
 

Terör ve Devrim

 

Robespierre (VİDEO)

“Erdemsiz terör korkunçtur; ama terörsüz erdem güçsüzdür.”

Robespierre, Saint-Just, Terör (VİDEO)

Robespierre, Saint-Just, Örgücü Kadınlar, Giyotin

 


Terörün Erdemi


Maximillien Robespierre


“Uğruna çabaladığımız hedef nedir? Özgürlük ve eşitliğin barış içinde yaşanması, yasaları mermere ya da taşa değil ama tüm insanların yüreklerine kazınmış o ilksiz-sonsuz türenin egemenliğidir. Şeylerin öyle bir düzenini istiyoruz ki orada tüm düşük ve yabanıl tutkular yasalar tarafından zincire vurulmuş, tüm iyiliksever ve yücegönüllü duygular uyanmıştır; orada hırs şana değer olma ve anavatana hizmet etme isteğidir; orada ayrımlar yalnızca eşitsizliğin kendisinden doğar; orada yurttaş yetkiliye, yetkili halka, halk türeye boyun eğer; orada ulus her bir bireyin gönencini kollar, ve her bir birey gurur ile anavatanının yükselmesini ve şanını duyumsar; orada tüm ruhlar cumhuriyetçi duyguların sürekli değiş-tokuşu tarafından ve büyük bir halkın saygısını kazanma gereksinimi tarafından büyütülür; orada sanatlar onları soylulaştıran özgürlüğün süsüdür; ve orada tecim kamu gönencinin kaynağıdır, yalnızca bir kaç çirkin serveti değil.

 

“Şimdi demokratik hükümetin ya da halk hükümetinin temel ilkesi, eş deyişle üzerine dayandığı ve işlev görmesini sağlayan özsel etmen nedir. Erdemdir. Kamu erdemi demek istiyorum. ... O erdem yurdun ve yasalarının sevgisinden başka birşey değildir.

 

“Eğer barış zamanında halk hükümetinin temeli erdem ise, devrim zamanında halk hükümetinin temeli hem erdem hem de terördür. Erdem ki onsuz terör canicedir, terör ki onsuz erdem güçsüzdür.

 

“Terör hızlı, sert, engellenemez türeden başka birşey değildir; o zaman erdemden doğar.”


Maximillien Robespierre bir deli değildi. Normal bir insandı — Karl Marx gibi, Lenin ve Stalin gibi, Mao ve başkaları gibi. Terörün etkilerini ussal olarak hesapladı ve erdem dediği şey için terörün zorunlu olduğu sonucunu çıkardı. “Terör erdemden doğar.” Bu çıkarsamayı anlamak kolay değildir. Ama erdemi bir saltık ego olarak, saltık özgürlük olarak düşünmeye çalışırsak ve bunu başarabilirsek, ego dışındaki tüm belirlenimin ego için bir sınır olduğu vargısını çıkarabiliriz. Terörü Robespierre icat etmedi. Robespierre terörün özgürlük uğruna zorunlu bir araç olduğu yalanını icat etti.

 

Terörün amacı kendini dışsal düşmana karşı savunma ya da içerideki karşı-devrimcileri etkisizleştirme değildir. Böyle amaçlar terörü bir hükümet politikası olarak meşrulaştıran "Kuşku Yasası" ya da "22 Prairial Yasası" gibi şeyler olmaksızın yerine getirilebilir. Terör hedefi olarak seçtiği egonun suçlu olmasını beklemez. Yalnızca kuşkulu olması yeterlidir ve bu bakımdan terör kraliyet, aristokrasi ya da sıradan insan arasında hiçbir ayrım yapılmaz. Hiç kimse kuşkudan bağışık değildir. Bu düzeye dek terörün belirli bir hedefi yoktur çünkü hedef herkestir. Terörün amacına ulaşmasından söz etmek anlamsızdır, çünkü terörün amacı amacın kendisini, sözde kurtaracağı insanların kendilerini yok etmektir.

 

Terör devrimin bir bileşeni değil, çünkü politik bir eylem değildir. Terörün gerekçesini politik terimlerde anlamak olanaksızdır, çünkü belirli bir istenç anlatımı değildir. Hiç kuşkusuz bir karar, ölüm kararı vardır, ama yok edilecek olan karşı-devrimci ya da kraliyetçi değil, herhangi bir insan, genel olarak insandır.

 

Hegel'in "saltık özgürlük" ve Terör arasında kurduğu bağıntı çok geneldir. Tinin Görüngübilimi, § 592'de şunları yazar: "Kendinde o özgürlük tam bu soyut özbilinçtir ki, tüm ayrımı ve ayrımın tüm kalıcılığını kendi içinde yok eder." Soyut özgürlük tüm yabancı belirlenimin olumsuzlanmasına yönelik istençtir. Bu istenç somut olarak, yaşayan bir bireyin istenci olarak düşünüldüğünde, kendi kurtarıcı istencini saltık olarak kabul eden bir fanatiğin istencidir ve bu nedenle politik alanda olduğu gibi dinsel alanda da görünür. Her iki durumda da, kendisi her nasılsa kurtulmuş olduğu için kendinde başkalarını kurtarma hakkını ve ödevini görür. Kendinden başka bir egoyu tanımaz. Ona kendini başkaları üzerinde belirleyici ve efendi olarak görme hakkını veren etmen yüksek kurtarıcı misyonudur. Bu düzeye dek soyut özgürlük soyut hak olarak da görünür ve kendi hakkından başka hiçbir hakkı tanımadığı için tüm insanlığı hiçliğe indirgemede sorun görmez. "İnsan değeri" gibi bir duygu ve düşünce bütünüyle yitmiştir. En yüksek moral ödevinde paradoksal olarak tüm duyuncu olumsuzlar, kendi saltık İyiliğinde tüm moral niteliğini yitirir. Robespierre evrensel kurtarıcı olarak saltık duyunçtur. Ama devrim uğruna devrim istencine dönüşen fanatizmi ile, gerçekte tüm duyuncunu silmiştir. Onun için insan öldürmek, yüzlerce, binlerce, milyonlarca insanı yok etmek yalnızca yanlış olmamakla kalmaz, ama kendi uğruna ödev, ödev uğruna ödevdir.


Fransa tarihte ilk kez terörü resmi hükümet politikası yapan ülkedir. Fransız Devriminin teröristleri Fransız hükümeti idi. Ulusal Konvansiyon tarafından onaylanan Terör yasal idi.


Terörü sevenler, duyunç gelişiminden aşağı yukarı bütünüyle yoksun olan postmodern entellektüeller terörü Devrimden ayırmazlar. Onu kronolojik olarak da sınırlamazlar ve ‘Terör Evresi’ gibi bir bölümlemeyi kabul edemezler. Onu Assemblée nationalein kurulması ile başlatarak Devrimi bütününde bir terör süreci olarak görürler. Fransa durumunda — aslında Rusya durumunda, Çin durumunda ve benzerleri durumunda da — bir açıdan bütünüyle haklıdırlar, çünkü böyle despotik kültürlerde devrimler yok edicilik eylemlerine indirgenir ve onu denetleyen efendiden kurtulan despotik halkın ‘özgürlüğü’ entellektüelin eşit ölçüde despotik özgürlüğü ile kucaklaşır. Robespierre sans-culettes olmaksızın Robespierre olamazdı.

 

Böyle materyal entellektüeller aynı zamanda normal insanlardır ve aralarında şairler, yazarlar, ressamlar, giderek Sartre gibi, Heidegger gibi "felsefeciler" de bulunur. Bunlar terörü, sayısız suçsuz insanın yok edilmesini devrim dedikleri şeyin başarısı için zorunlu görürler. Bunlar için insan varoluşu anlamsız ve değersizdir ve harcanabilir birşeydir. Erek insan ile ilgili değildir. Aslında erek şiddetin ve terörün kendisi gibi görünür çünkü terörün evrensel bir yılgı yaratmanın dışında, kendisi dışında hiçbir amacı yoktur. Terör durumunda politik bir istençten söz etmek olanaksızdır çünkü politik istenç kendi kavramı gereği duyunç kapsar.

 

Özgürlüğün bu yabanıl biçiminde, henüz moral karakter kazanmamış bu soyut özgürlükte hiçbir amaç yoktur çünkü amaç duyunçtur. Bu amaçsızlık nedeniyle, eylem "yok etme uğruna yok etme"dir. Terör duyunç-öncesi istencin bildiği biricik eylemdir ve kendisinden başka birşeyi erek olarak kabul edemez. Terör bir araç değildir, çünkü bir araç bir amaç uğrunadır.

 

Despotik kültürlerde yapılan devrimlerin teröre batmalarının zemini halkın kendisinin despotik karakteri, istençsiz ve duyunçsuz olmasıdır. Despotizm altında moral karakter gelişmez. Moral karakter içsel özgürlükte, yaşamın kendisini sorgulayabilen duyuncun özgürlüğü içinde gelişir. Despotik kültürde kitlesel saldırganlığı denetleyen ve dizginleyen efendinin ortadan kaldırılması özgürlüğün kazanılması değil, ama despotik halkın istençsiz dürtülerinin sınırsızca ve denetimsizce etkinleşmesidir. Kitle kıyımları birer sürüye bozulan böyle denetimsiz halkların başlıca eylemleridir. Bu bağlamda ‘istenç’ ve ‘özgürlük’ sözcükleri aldatıcıdır, çünkü ‘yoketme istenci’ moral özgürlük ile ilgisiz bir dürtü ya da itkidir.

 

Despotik denetimden kurtulan despotik halkın özsel karakteri hiçbir moral belirleniminin olmamasıdır. Fransa durumunda da, despotun (Kraliyet ve Katolik Kilise) ‘ahlakına’ boyun eğme süreci sırasında halkın moral bir karakter geliştirmesi olanaksızdı. Böyle halk için yaşam çaresizlikten oluşur ve yalnızca bir bitkinin yaşamı gibi boş, amaçsız, anlamsız kendini yineleme yaşamıdır. Onun için doğru ve eğri, haklı ve haksız, iyi ve kötü ayrımı bir haz ve acı sorunudur, bir duyunç sorunu değil. Devrime dek yalnızca boyun eğmiş, moral belirlenimleri ona kendisi despotik Katolik Kilise tarafından dayatılmıştır. Böyle köle halklarda duyunç yeteneğinin gelişmesi için hiçbir neden ve zemin yoktur. Fransız Devrimi güçsüz ve etkisiz bildirgeler ve yasalar çıkarmanın dışında insanların kitle ölçeğinde yok edilmesinden başka bir sonuç getirmedi. Halk bir halk olarak, istençsiz bir kitle olarak kaldı — tıpkı eski rejim döneminde olduğu gibi.

 

Terör, despotik halkın özgürlüğü olduğu düzeye dek, tarihsel olarak yalnızca Fransız devrimine sınırlı değildir. Çok daha büyük ölçeklerde olmak üzere başlıca Rus ve Çin devrimlerinde yaşandı. Ve saltık olarak olumlu herhangi bir sonuçtan yoksun bu ‘devrimlerin’ geri alınması duyunç özgürlüğü olmaksızın devrimin ve demokrasinin de olamayacağı gibi açık bir olguyu, despotik kültürlerin politik eyleme yetenekli olamayacakları gerçeğini doğruladı. Duyunç özgürlüğünün kendisinin zoru ve şiddeti olumsuzlaması onun ancak ve ancak zor ve şiddet olmaksızın kazanılmasına izin verir. Bu iç özgürlüğün kazanılması despotik devrimci için biricik şans olmaktan da ötesi, sözcüğün gerçek anlamında insan olmanın bir öngereğidir.


TERÖR DÖNEMİ

Fransız Devrimi yozlaşmış ve haksız bir hükümet dizgesini devirdi, ama çok geçmeden raydan çıktı. Önce soylular idam edildiler; sonra devrimciler yoldaşlarına dönerek onları da giyotine göndermeye başladılar. Eğer Jacobinlerin despotizmine ‘devlet’ denebilirse, ülke korku yöntemi ile yönetilmeye başladı. Terör Döneminin genellikle 1793 Ocağında XVI. Louis'nin idamından sonra ya da aynı yılın Mart ayında Devrimci Mahkemelerin kurulması ile ya da Temmuz ayında Marat'nın öldürülmesinden sonra başladığı kabul edilir. Terör devrim ile eşitlenince, teröre karşı konuşmak karşı-devrimci bir eylem oldu.

 

KAÇ KİŞİ ÖLDÜ?

Terör Dönemi sırasında (1793-1794) kimi hesaplamalara göre 40.000 kadar insan idam edildi ya da öldürüldü (sayı kimi hesaplamalara göre 50.000'in üzerindedir). Paris'te Place de la Révolution'da bir giyotin kuruldu. Keskin bir bıçağın kurbanın boynuna düşmesi yoluyla işleyen bu sözde "insani idam yolu"nun etkililliği her gün yüzlerce insanın ölmesi demekti. Terör Marie-Antoinett'dan Danton'a, Lavoisier'e pekçok ünlü adı ölüme göndermiş olsa da, kurbanların büyük çoğunluğu Üçüncü Katmana aitti.

 

TERÖR NE ZAMAN SONA ERDİ?

Terör Döneminin birincil aktörü Robespierre 1794'te karşıtları tarafından Ulusal Konvansiyonda yakalandı ve giyotine gönderildi. Thermidor döneminde terör sona erdi ve terör yasaları kaldırıldı. Sonra, 1795'te özellikle Paris'te yoğunlaşmak üzere büyük ayaklanmalar patlak verdi. Toplumsal ve politik kaosun sonu gelmiyordu. Düzen Napoleon Bonaparte tarafından sağlandı. Güç Direktuar olarak bilinen beş kişilik bir gruba geçti. Direktuar kaosu önlemede başarısız kalınca, 1799'da Napoleon bütün gücü kendi eline geçirdi. Fransız Devrimi edimsel olarak bir İmparatorluğun kurulmasında sona erdi.



Fransız Devriminin iki-yüzlülüğünün ve halka karşı ikili-oyununun sert bir eleştirisi Fransız ressam Charles-Louis Muller tarafından "Terörün Kurbanlarının Son Yoklaması"nda sunuldu. Bu başyapıt Paris'te la Conciergerie hapishanesinde Cumhuriyetçi Hükümetin bir mübaşirinin idam edilecek mahkumların adlarını okumasını betimler.

 

Terör (VİDEO)

Terör



Kamu Güvenlik Komitesi
Ulusal Konvansiyonda on iki kişiden oluşan güçlü bir grup idi. Başlıca görevleri Devrimin amaçlarının yerine getirilmesini sağlamak ve yeni Cumhuriyeti iç düşmanlardan korumaktı. Robespierre’in etkisi altında, komite yeni yönetimin görevinin yurttaşlarda erdem geliştirmek olduğuna inanmaya başladı. Erdem yurttaşlık gururu, kimliği ve etkinliği ile özdeşleştirildi.

 

Kuşkulular Yasası (Eylül 1793) ve 22 Prairial Yasası (Haziran 1794)

 

Kuşkulular Yasası istifçilik yapan, kuşkuluları saklayan, askerlik görevinden kaçan, zararlı belgeler bulunduran ve giderek hükümete karşı eleştirel olarak konuşan birinin hemen suçlanabilmesine izin verdi. Tutuklamalar ve yargılamalar Devrimci Mahkemeler tarafından yerine getiriliyordu. Bu yasanın işlemesi kısa bir süre içinde hapishanelerin dolmasına yol açtı. Duruma çözüm olarak Konvansiyonun bir kararı ile, beş kişilik bir Komiteye “olağan avukatlık ve tanıklık formalitelerinden vazgeçerek ölüm cezası çıkarma” yetkisi verildi. Ek olarak, suçlu bulunanlara ölüm cezası dışında başka bir cezanın verilmesi yasaklandı.


22 Prairial Yasası (ya da, loi de la Grande Terreur) 10 Haziran 1794’te çıktı (Fransız Devrim Takviminin II’nci Yılı, 22 Prairial).

 

 


Bu ‘Büyük Terör Yasası’na göre, “Her yurttaşın komplocuları ve karşı-devrimcileri yakalama yetkisi vardır.” Ve bir yurttaşın ‘kuşkulu’ olması için bir dedikodunun onu suçlaması yetiyordu. Kuşku suçun yerini aldı, ve suç evrensel istence karşı işlendiği için cezanın ölüm olması zorunlu idi. Bu ‘yasa’ görünürde mahkeme sürecini yalınlaştırmak ve hızlandırmak için amaçlanmıştı, çünkü daha şimdiden tıka basa dolmuş hapishanelerde sürekli olarak yenileri bulunan ‘kuşkulu’ insanlar için yer kalmamıştı. Ama toplum baştan sona bir kuşku alanıydı ve hiç bir birey kuşkudan bağışık değildi. Ve hükümet için böyle evrensel bir korku kaynağına karşı ancak eşit ölçüde etkili bir korku kaynağı etkili olabilirdi. Terör yürürlükte olan korkunç dengenin özeti olarak doğdu. Konvansiyonun kendi üyelerini de kapsamına alan yeni bir düzenlemenin getirilmesinden sonra, günde ortalama beş olan idam sayısı yirmi altıya kadar yükseldi. Yasa ‘Büyük Terör’ denilen dönemi başlattı.

 

 


Kral ve birkaç aristokrat dışında sözde devrimin on binlerce kurbanının aşağı yukarı tümü normal insanlardı. Aralarından birçoğu devrimin ateşli savunucuları idi.

 

Fransız Devriminin en köktenci evresini temsil eden sekiz aylık süre içinde erk Ulusal Meclisten Robespierre’in denetimindeki Kamu Güvenlik Komitesinin eline geçti. Başlangıçta ölüm cezasına kararlı olarak karşı çıkan ve Liberté, égalité, fraternité belgisinin yaratıcısı olduğu söylenen Robespierre sonunda kendi idamına da götürecek olan terör döneminin ikonik adı oldu. Bu insanlar birer ruh hastası ya da çılgın değillerdi. Yaptıklarının haklı olduğunu, ya da belki de soylu ve yüce bir eylem olduğunu düşünüyor, yalnızca karşı-devrim ile savaştıklarına, devrime karşı nötral olmanın bile ihanet olduğuna inanıyorlardı. Kendilerini devrim dedikleri şey ile özdeşleştirdikleri için, bu kurtarıcılara karşıtlık saltık suç anlamını taşıyordu. Gerçeklik bir olduğuna ve Robespierre o gerçeği bilen kişi olduğuna göre, onun görüşlerine aykırı görüşler kabul edilemezdi.

 

 

Madam Vigée Le Brun tablolarını yaptığı dünyanın parçası idi ve aristokratik koruyucuları gibi giyotinin gözdağı altında yaşadı.

 

Olayların ve olguların pozitif sürecinin arkasında, duyuncun aşırılığı duyuncun kendisini aşmış, duyunçsuzluğa dönüşmüş görünür. Fransa toplumunun her kesimi, yönetenler gibi yönetilenler de, evrensel bir duyunç geriliği, acımasızlık ve kabalık sergiler. Ve bu duyunçsuzluk zemininde istenç kendini gösterdiği zaman, eylem ahlaksal bir nitelik taşıyamaz. Özgürlük saltıklaştırılınca her belirlenim özgürlük için bir olumsuzlama olarak, bir sınır olarak, ve her belirli eşitlik bir eşitsizlik olarak görünür. Benzer fanatizm tüm ideolojilerde ve tek-tanrılı dinler durumunda da kendini gösterir. İnanç kutsal olmanın inancına yükseldiği zaman ahlaksal bir saltıklık duygusu ile özdeşleşir, duyunç kendi karşıtına döner, ve bundan böyle kişisel yargının sapıklığı üzerinde başka hiçbir yargı tanınmaz. Bu soyut, içsel, bütünüyle evrensel özgürlüktür ki, onun için başka her istenç belirlenimi bir olumsuzlama, bir sınırlama, yok edilmesi gereken bir karşı-istençtir.

 

 



SON GIRONDINLER giyotin yolunda, 31 Ekim 1793 (Karl von Piloty, 1826-1886). Devrim kısa bir süre sonra Anayasayı, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesini, Demokrasiyi devirdi ve Jacobinler Fransız toplumunu tüm ussallıktan, sağgörüden, ılımlılıktan, kısaca Erdemin kendisinden temizlediler. Robespierre Erdemden en uzak şeyi Erdem olarak, terörizmi hümanizm olarak gördü (ve bunda Jean-Paul Sartre'ı önceledi).



Dehşet seyircileri. Versailles’e yürüyen kadınlar. Ya da idamlar sırasında dinginlik içinde örgü örmeyi sürdüren trikocu devrimciler (Les Tricoteuses Jacobines). Aralarda yapacak bir iş olmadığı için örgü ören bayanlar (tricoteuse) başlangıçta devrimin saygın üyeleri idiler. Devrimin erken döneminde yükselen ekmek ederlerini protesto etmek için Versailles’a yağmur altında kilometrelerce yol yürümüş, binleri bulan sayıları ile XVI. Louis'nin dikkatini çekmiş ve isteklerini kabul ettirmişlerdi. Sıradan pazar kadınlarının politik olarak böylesine etkili olmaları görülmüş birşey değildi. Önemli olaylara davet edilmeye başladılar ve Ulusal Konvansiyonun çalışmalarını izlemeleri için kendilerine yer ayrıldı. Sonra sokaklarda düzgün giyinmiş ‘kuşkulu’ insanları rahatsız etmeye ve kent güvenliği için sorunlar yaratmaya başladılar. Hükümet çalışmalarını izleme ve politik toplantı yapma izinleri kaldırıldı. Bunun üzerine Place de la Révolution'da giyotinin çevresinde toplanmaya başladılar. Kelleler düştüğü zaman çığlık atanlar ve şamata yapanlar başlıca bu bayanlar idi. İdam aralarında örgü örmeye ve kendi aralarında gevezelik yapmaya dönüyorlardı.

 

 

Fransız Devrimi durumunda terör yalnızca Robespierre’in ve arkadaşlarının dahice bir buluşu değildi. Fransız kültüründe Özgürlük kendini yok edicilik olarak açığa vurdu. Terör zeminini ancak bir nefret kültüründe bulabilirdi — Konvansiyonun kendisi, Kamu Güvenlik Komitesi, Devrimci Mahkemeler, ihbarcılar, dedikoducular ve jüriler, kısaca herkesin istenci terörün doğum yeri idi. Durumun kötüleşmesinde Fransa’nın iç koşullarının ağırlığının ve dışarıdan uğradığı saldırıların etkisinin olduğu düşünülebilir. Ama, paradoksal olarak, durum iyileşirken ve sürmekte olan savaşlardan iyi haberler gelirken bile terörün dozu artmayı sürdürdü.

 

İngiliz ordusu Vatikan’da, 1944.    
Fransa’da kurumsal dinin etkisi altında duyunç hiçbir zaman düşünce ile birleşmedi, yalnızca duygu olarak kaldı. Ve varolan duygu güvensizlik ve korku duygusu idi. Bir Katolik kültür olmak ve aynı zamanda özgürlüğü ileri sürmek ve altından kalkamayacağı bir işe, yalnızca entellektüelin despotik imgeleminde planlanan sözde bir ‘devrimi’ yapmaya girişmek Tarihi olanaksızın alanına sürmekten başka birşey değildi. Ve Fransa kendi payına, aslında bütün bir Avrupa payına Tarihi bir trajediye dönüştürecek kadar güçlü bir imparatorluk idi. Reformasyonu bastıran ve ruhunu Papalığa teslim eden bir halkın Tarih tarafından özgürlük, eşitlik ve kardeşlik yönüne döndürülmesi için herşeyden önce kendi belirlenimini yenmesi, kendi yazgısı ile çarpışması gerekiyordu. “Tarih Fransızlar için hiçbir zaman kolay olmadı” (Richard Bernstein). Fransa nedeniyle, Tarih gerçekte Fransa’nın kendisi baş rolde olmak üzere bütün bir Avrupa sahnesinde yaşanan bir trajedi oldu. Ve aynı trajik yazgı bir kardeş kültür olan Rusya’yı bekliyordu — ama bu kez çok daha büyük ve bütün bir dünya için gözdağı olacak bir ölçekte.

 

“Devrim büyük bir şeydi! ... hırsızlık, cinayet ve kral-öldürme. ... Bunlar aşırılıklardır hiç kuşkusuz; ama önemli olan onlar değildir. Önemli olan insan hakları, önyargılardan kurtuluş ve yurttaşlık niteliğidir.”
Tolstoy, Savaş ve Barış’ta, Pierre Bezukhov.

 

 



Bir Fransız soylusu olan Antoine Lavoisier (1743-8 Mayıs 1794) bilimi ve kamu etkinliğini birlikte yürüten biri idi. Başka katkıları arasında oksijenin bulunuşunda önemli bir rol oynayan Lavosier kimilerine göre modern kimyanın babası idi. Aynı zamanda birçok aristokratik konseyin üyesi ve Eski Rejimin en nefret edilen kurumlarının birinin, devleti sömüren, tütün tekeli uygulayan ve şiddet uygulamaya hazır ajanları olan Ferme générale’in yöneticilerinden biri idi. Lavosier Devrimin terör döneminde vergi dolandırıcılığı yaptığı ve ıslatılmış tütün sattığı suçlamaları ile giyotine gönderildi. Yaşamının bağışlanması isteklerine yargıç Coffinhal'ın yanıtı açıktı: "La République n'a pas besoin de savants ni de chimistes" :: "Cumhuriyetin bilimcilere ve kimyacılara gereksinimi yoktur." Bir buçuk yıl sonra yeni hükümet Lavosier "haksız yere suçlandı" açıklamasında bulundu.



Sayılar



Terör Dönemi sırasında en az 300.000 kuşkulu tutuklandı; 17.000 kadarı resmi olarak idam edildi; kimi hesaplamalara göre sayı 40.000’in üzerinde idi; yaklaşık 10.000 kadarı mahkemeye çıkarılmadan hapishanede öldü. Daha sonra aynı kültür Vendée soykırımı olarak bilinen olayda sayıyı yüz binlere ve terörü kitle kıyımı boyutlarına tırmandırdı.

Giyotin



Önder



Önder her zaman kendi istenci olmayan kitlelerin önderidir. Burjuva Devrimi ya da Yurttaş Devrimi olması gereken şey öndere gereksinmez, çünkü Yurttaş kendi istencinin bilincinde olan özgür bireydir.

Terör Dönemi

Terör Dönemi ("La Terreur") 5 Eylül 1793'te Robespierre'in Terör "gündem" olacaktır duyurusu ile başladı. 27 Temmuz 1794'de Robespierre’in yetkisi alındığı ve idam edildiği zaman sona erdi.

 

Terör Dönemi sırasında Fransa Kamu Güvenlik Komitesi tarafından yönetildi. Grubun önderi aynı zamanda Jacobinlerin de önderi olan Maximillien de Robespierre idi. 1794 baharında soldaki (Hébertistler) ve sağdaki (Dantonistler) düşmanlar giyotine gönderildi. Komite Meclisten 22 Prairial Yasasını elde etti. Yasa kuşkulunun avukat ve tanık hakkını kaldırdı.

 

Terör görünürde devrimin düşmanlarını korkutmayı ve karşı-devrimin güçlenmesini önlemeyi amaçlıyordu. İdam edilenlerin çoğu soylular değil ama dedikodu ile ihbar edilen sıradan insanlardı.

 

Bir tiranlık rejimi olan Terör Döneminde yasa egemenliği, insan hakları ve yurttaşlık hakları silindi. "Hainlere yumuşaklık hepimizi yok edecektir," diyordu Robespierre. "Erdem olmaksızın terör canicedir; terör olmaksızın erdem güçsüzdür. Terör çabuk, ağır ve amansız türeden başka birşey değildir."

 

Radikal Jacobinler bile Robespierre'in kafasında birşeylerin yanlış gittiğinden kuşkulanmaya başladılar. Ama Danton Konvansiyonda Teröre son verilmesi çağrısında bulununca hemen kendisi giyotine gönderildi. Robespierre Kamu Güvenliği Komitesinin geri kalan üyelerini de tehdit eder görünen yeni bir temizlik önerdiği zaman Robespierre'in tiranlığının herkes için bir gözdağı olduğu anlaşılmaya başladı. Ertesi gün Robespierre'in kendisi giyotine gönderildi.


Terörde öldürülenler arasında Ulusal Konvanyisonun kendisinin 82 kadar üyesi de vardı (toplam üye sayısının %10'undan fazlası).

 

Terörü açıklamada dışsal etmenler yabancı güçlerin işgali ve karşı-devrim öğeleridir. Ama bunları karşılamanın biricik yolunun Terör olduğunu düşünmek güçtür. Hegel'in açıklamasında terör "genel istencin" tüm belirlenimi yok etme eğilimine bağlanır. İstenç özgürlüktür, ve herhangi bir belirlenim bu özgürlük ile bağdaşmaz ve özgürlüğün kendini ileri sürmesi mantıksal olarak olumsuzlama içeren belirlenimin bütününde ortadan kaldırmasını zorunlu kılar. Rousseau'nun "genel istenci" genel olarak "istencin" kavramıdır ve böyle olarak yasaların kaynağıdır (aslında salt "istenç" dediğimiz zaman bile bu henüz belirli bir istenç değil, ama istencin kavramı, "genel istençtir"). Ayrıca Rousseau "genel istenç" (volonté générale) kavramını "herkesin istenci" (volonté de tous) kavramından, keyfi istençten ayırdetmek için kullanır ve "genel istenci" soyutluğu ya da saltıklığı içinde kendi başına modern devletin biricik etmeni olarak ileri sürmez, onu belirli yasaların evrenseli olarak görür.

 

Negatif özgürlüğün salt politik biçim alması gerekmez. Hintlinin arı meditasyon fanatizmi de istencin tüm belirlenimden geri çekilmesi, tam isteksizlik ve dolayısıyla yalancı bir tam doyum durumudur. Bu ise tanrı gibi olmaktır. Herşeyden çekilen bu soyut özgürlük yoluyla Hintli Brahman olur.

 

Politik olarak olumsuz özgürlük tüm düzenin yok edilmesi biçimini alır, çünkü her kurum, her organizasyon istencin önünde bir sınır olarak görünür. Ve Terör kendini ancak sürekli yok etme ediminde var ettiği için, halk kendi yaptığı kurumları da yeniden yok etme işine girişir.

 

Jacobinlerin kitlesel olarak yok ediciliğe yönelmeleri, Marat'nın yüz binlerce kelleyi uçurmaktan söz etmesi, tanıksız ve avukatsız mahkemelerin kurulması için yasa çıkarılması, kuşkunun suç ile eşitlenmesi, Kamu Güvenliği Komitesinin başlıca Vendeé durumunda görüldüğü gibi kitle kıyımı için emirler göndermesi vb. gibi sayısız terör eylemi dışında, kurumların yok edilmesi de vardır.


   
“The youngest of the guards, who seemed about eighteen, immediately seized the head, and showed it to the people as he walked round the scaffold; he accompanied this monstrous ceremony with the most atrocious and indecent gestures. At first, an awful silence prevailed; at length some cries of ‘Vive la Republique!’ were heard. By degrees, the voices multiplied and in less than ten minutes this cry, a thousand times repeated, became the universal shout of the multitude and every hat was in the air” (Henry Edgeworth).



İdea Yayınevi Site Haritası | İdea Yayınevi Tüm Yayınlar
© Aziz Yardımlı 2017 | aziz@ideayayinevi.com