Partiler ve Önderler

idea yayınevi site haritası 
 



Devrim ve Önderler




Politika yurttaş toplumunun, kendi istencinin bilincinde olan bireylerin işidir, istençsiz halkın değil. Ve yurttaş toplumunda önder istenci genel istenç ile bir olan yurttaşın kendi istencidir. Ancak kendi önderi olan kendisi olan, kendi yasasında kendine boyun eğen insan ve toplum özgürdür.

Politikanın bir kitle, yığın, kalabalık sorunu olarak görüldüğü düzeye dek, önder istenci istençsiz kitle tarafından tanınan özgür bireydir. Önder tiran demek değildir. Henüz bir ulus olmamış hakların önderleri pekala özgür ve erdemli insanlar olabilir, ve bu önderler bir halkı bir ulusa, bir kulu bir yurttaşa dönüştürme sorumluluğunu üstlenebilir ve egemenliğin saltık olarak ulusa ait olduğunu bilebilirler. Bu halkın bütün bir kültürel türlülüğünü ulusun türdeş kültürüne dönüştürme işini üstlenmek demektir. Halka insanın değil yasanın egemen olduğunu öğretmek, ona evrensel insan haklarının zorunlu olarak duyunç özgürlüğü ile birlikte gittiğini öğretmek demektir .

Ama özgür bireyler toplumu için, modern yurttaş toplumu için ‘önder’ sözcüğü bile can sıkıcıdır. İnsan yönetilmez. Şeyler yönetilir. Demokrasi bir öndere en az gereksinen, gerçekte hiçbir öndere gereksinimi olmayan modern, ussal, özgür rejimdir. Yurttaşın egemenliği karşısında bir önderlik gereksinimi kendini ilkellik, kabalık, barbarlık kültürü olarak gösterir.

Yurttaşın belirlenimi özgürlüktür. Ve kişi özgürlüğünü ancak kendisi gibi özgür ve eşit bireylerin bir toplumunda kazanabilir — kendi özgürlüğünün çevresine bir çit çekerek ve kendi özgürlüğünü onların özgürlüğü ile sınırlayarak değil, ama onların istencinde kendi istencini bularak. Yurttaş politik bir kavram olarak özgürlüğünü yasamada somutlaştırır, çünkü yasa onun kendi istencinden başka birşey değildir ve böyle bir güç, böyle bir yetke “bir yetke olmayan bir yetkedir/une autorité qui n’est rien” — Rousseau’nun Fransa devriminin Jacobinci önderleri tarafından her zaman anlaşılmadan okunan Toplumsal Sözleşme’de bildirdiği gibi.

Demokrasi yurttaş toplumunun egemenliğidir, ve modern toplumun kendi üzerindeki egemenliği özgürlüğüdür. Bu düzeye dek demokrasi bir güç ilişkisi olmaktan bütünüyle çıkar ve şiddet kültürünü arkada bırakır. Demokrasi yalnızca despotizme karşı bir güçtür ve onu da ondaki özgürlük gizilliğini edimselleştirerek dönüştürür.

Politik özgürlük istencin soyutluğunun ortadan kaldırılarak belirlenmesi, tikelleşmesi, realite kazanmasıdır — ama dürtüsel olarak değil, ussal olarak. Fransız devriminin önderleri dürtülerini (kişisel kaygılarını, çıkarlarını, eğilimlerini, yeğlemelerini vb.) özgürlük olarak anladılar, onu keyfi istençleri olarak, özençleri olarak uyguladılar — tıpkı önderleri oldukları halkın kendisi gibi. Giderek erdem ve özgürlük adına ‘mahkemesiz mahkeme’ gibi bir saçmalığı bile yasalaştırdılar (22 Priarial Yasası, ya da ‘kuşku’ yasası.) Yurttaş eşitliği olması gekeren şey insan hakları kavramının saltık olarak silinmesi oldu ve politik güç saltık teröre bozuldu.

Demokratik devrim yurttaş toplumunun devrimi olduğu için, özgür bireylerin toplumunun devrimi olduğu için, kavramı gereği önderlik, güç, zor, şiddet etmenlerini dışlar. Onda tüm pozitif yasama ussal genel istenç tarafından belirlenir. Yine, yurttaş toplumu bir güç ilişkileri toplumu değildir, çünkü herkesin özgür olması herkesin güç olması demektir ve ancak özgür insanlar eşitler olabilirler. Herkesin eşit ölçüde güçlü olduğu yerde güce yer yoktur. Eşitlik bir güç istencini bütünüyle gereksizleştirir ve olanaksızlaştırır. Güç etmeni yurttaş toplumunda ancak ön-modern despotik artıklar nedeniyle görünür ve bunlar özgür istenç kavramına aykırı eskimiş belirlenimlerin sürmesi için güce baş vururlar (sınıfsal, dinsel, ırksal, etnik, bölgesel, yerel belirlenimler). Yurttaş toplumunun evrensel istenci bu ayrımların hiç birini tanımaz.

Politik Partinin kavramı onu yalnızca evrensel insan haklarına, duyunç özgürlüğüne ve yasa egemenliğine bağlar, tikelliklere değil. Böylece yurttaş toplumunda politik parti özsel olarak hak, ahlak ve etik uğruna bir programdır. Bu düzeye dek yurttaş toplumunda bir politik partiler ya da bölüngüler çokluğunun bulunması yalnızca toplumun evrensel insan haklarına uygun düşmeyen eğilimlerinin çoğulluğunun ve çatışmalarının bir göstergesi olur. Partiler arasındaki ayrımlar ve çatışmalar toplumdaki demode, usdışı, geri eğilimlerin kendilerini sergiledikleri budalalık, kabalık, gerilik alanlarına aittir.

Demokrasi ön-demokratik kültürde doğduğu için, bir süreç, bir oluş süreci olduğu için, karşıt eğilimlerin, özgür ve despotik, modern ve geleneksel, değişimci ve tutucu eğilimlerin bir çatışma alanıdır.

Katolik Fransa’da yurttaş toplumunun gelişmemiş olması devrimi kaçınılmaz olarak önderlerin özencine bıraktı. Halk her zamanki gibi önder gereksinimi içinde kalmayı sürdürdü ve izinde yürüyeceği kahramanlar aradı. Önderler kendisi duyunç problemleri olan bir kültürün ürünleri ve temsilcileri olarak doğallıkla duyunçsuz davranışlara yöneldiler. Psikopatlar ya da paranoidler değil, tam tersine çağın normal insanları, sözcüğün en gerçek anlamında birer aydın idiler. Ve birer aydın olmakla, boşinançlı halkı halkın kendisi uğruna ve halkın kendisinden daha iyi yöneteceklerini biliyorlardı. Yalnızca kendilerini daha eşit görmekle ve evrensel insan hakları kavramını bir yana atmakla kalmadılar, duyunç özgürlüğünü de sildiler, boşinancı yıkmak yerine kiliseleri yıktılar, ve yasa egemenliği yerine tiranlığı geçirdiler. Onların durumunda çarpıcı olan şey sıradan ve normal görünenin, aydın ve kültürlü olanın kendinde hak kavramına ne kadar uzak, moral olarak ne kadar boş olduğunu, ve yasa egemenliğine ne kadar düşman olduğunu sergilemeleri oldu.

Meclis Devrimin birinci döneminde bir Anayasa çıkardı, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesini kabul etti, monarşiyi önce anayasal monarşiye ve sonra cumhuriyete çevirdi, feodalizmi ve ayrıcalıkları kaldırdı. Ama sonra daha da ileri gitti ve Katolik Kiliseyi de kaldırdı ve yerine bir ‘En Yüksek Varlık Kültü’nü geçirdi (Robespierre’in kendisi edimsel olarak bir ‘tanrı’ pozuna girmek üzere). Halkta duyunç özgürlüğünün gelişmediği ve dinin onun biricik moral öğretmeni olduğu düzeye dek, Fransız halkı biricik moral yetkesinden de yoksun kaldı. Devrimin tanımlayıcı özelliklerinden biri bireylerin aşağı yukarı evrensel olarak sergiledikleri duyunç yoksunluğudur. Giyotin meydanı bir festival meydanını andırıyordu. Yalnızca yasasız, mahkemesiz terör döneminde salt kuşku duygusunun kurbanı olan on binlerden ayrı olarak, Vendée kitle kıyımında ölenlerin sayısı yüz binlere vardı. Burada içsel ya da dışsal duyunçtan söz etmenin bir anlamı yoktur.



XIV. Louis zamanında bir sokak sahnesi.

 

 

Georges Danton (1759-1794)
Kamu Güvenliği Komitesi ilk başkanı (6 Nisan 1793-10 Temmuz 1793); daha önce Türe Bakanı; Ulusal Konvansiyon başkanı; Jacobin Kulübü üyesi. Danton Devrimin özellikle ilk evrelerinde etkili idi ve kimi tarihçiler tarafından monarşinin devrilmesinde ve Birinci Cumhuriyetin Kurulmasında başlıca güç olarak görülür.


   
   
“Terör günün düzenidir.” Bu sözler doğal, duygusal bir konuşmacı olan Danton’a aittir. Paris’te bir avukat olan Danton Kamu Güvenlik Komitesinin ilk başkanı idi ve Fransız monarşisinin devrilmesinde ve Birinci Cumhuriyetin kurulmasında önemli oldu. Terör döneminde Devrimin düşmanlarına karşı yumuşak olmakla suçlanarak çok yakın dostu Robespierre tarafından giyotine gönderildi.

Danton XVI. Louis’nin idamından yana oy kullandı. Kamu Güvenliği Komitesinin ilk dokuz üyesinden biri idi. Komiteye diktatörlük gücünün verilmesini önerdi. Girondinlerin politik olarak bastırılması gerektiğine karar verenler arasında bulunuyordu.

Bir noktadan sonra terörün sona ermesi gerektiğini düşünmeye başladı. Bunun üzerine ondan daha radikal olanlar tarafından hükümeti devirmeyi istemek, finansal yolsuzluklar yapmak, rüşvet almak ve konumunu kişisel kazanç için kötüye kullanmak ile suçlandı. Kanıtlar bulanık idi, ama bir mektupta büyük bir miktarda rüşvet aldığından söz ediliyordu. Hem büyük bir yurtsever ve devlet adamı olarak hem de bir demagog ve rüşvetçi olarak görülür.

Danton, Desmoulins, ‘Mahkeme,’ İdam (VİDEO)

Danton ve Desmoulins; ‘Mahkeme’ ve Son

 
Maximillien Robespierre (1758-1794)
Robespierre gençliğinde ölüm cezasına heyecanla karşı çıkan duyarlı bir insandı. Köleliğin kaldırılmasını da savunuyordu. Demokrasi ve eşitlik düşüncelerinin devrimin ele geçirmesi gereken hedefler olduğuna inanıyordu. Girondinlerin devrimi Avrupa'ya yaymak için Fransa'yı devrimci savaşlara sokma planlarına da karşı çıkarak "hiç kimse silahlı kurtarıcıları istemeyecektir" diyordu. Bu yanları ile bir devrim kahramanı olarak görünür. Böyle normal bir insan zamanla bir çılgına dönmesini engelleyecek moral bir özden yoksundu. Devrimde acımasız, amansız ve insanlık dışı olan herşeyin en önde gelen temsilcisi oldu.


   
   

Robespierre’in dilinden düşürmediği sözcük ‘erdem’ idi. Ama erdem ile anladığı şey yalnızca dürüstlük idi ve seçtiği sözcüğün yaptıkları ile ilgisiz olduğunu, aslında tam tersi olduğunu anlamayacak kadar güçlü bir entellektüel idi. Terörün kendisi bir aşırılık iken, Robespierre teröristler arasında en aşırısı idi. Tüm dostlarını giyotine gönderdi. Dünyaya heyecanla, neredeyse yeni bir peygamber tonuyla erdemin terörsüz olamayacağını duyurdu — bir görüş ki, erdemi yürekliliğe değil, tam tersine korkuya dayandırır.

Robespierre l’Incorruptible olarak tanınıyordu — dürüst olarak, rüşvet yemeyen, yolsuzluk yapmayan üstün ahlaklı biri olarak. Böyle olarak, kendisi herkesten ‘erdemli’ idi. Ama Robespierre’in ‘erdem’ ile anladığı şey yalnızca normal bir insan niteliği idi, yüceltilecek birşey değil. Normal olanı yükseltmek ve bir övünç konusu yapmak anormaldir. Kendi hakkındaki bu yücelik ve yükseklik duygusu ile, Robespierre hiçbir zaman kendine bir yanılgı payı tanımamış görünür. Yanılgı her zaman onunla anlaşmayan yana düşüyordu ve Robespierre kendi en insanlık-dışı davranışlarını aklamada sıkıntıya düşmüş görünmez. Sık sık kendi düşüncelerine de terör uyguluyordu: “La terreur n’est autre chose que la justice prompte, sévère, inflexible; elle est donc une émanation de la vertu” :: “Terör hızlı, sert ve katı türeden başka birşey değildir; böylece erdemin bir yayılışıdır.” Terör Robespierre’in bir icadı değildi ve onu “demokrasinin genel ilkesinin bir sonucu” (“une conséquence du principe général de la démocratie”) olarak gördü. Mirebeau Robespierre’in söylediği herşeye inandığını söyler.

 





Robespierre; Konvansiyonda son konuşma; mahkum edilişi (VİDEO)

Robespierre: Konvansiyonda son konuşma; mahkum edilişi

 

Jean-Paul Marat (1743-1793)
Devrime saldırgan bir basın organı ile öncülük yapanlardan biri olan Marat’nın devrimdeki şiddet yanına katkısı yalnızca Robespierre’in gerisinde kalır.




   
   

Bir İsviçreli olan ve İtalyan bir babaya ve Fransız Huguenot bir anneye doğan Marat Fransız Devriminin en radikal seslerinden biri olarak ünlüdür. Şiddeti ve terörü temsil etmede en önde gelen adlardan biri ve aynı zamanda — paradoksal olarak — temel insan haklarının savunucusu idi. Gazetesinde (L’Ami du peuple) şiddeti kışkırttı ve Meclisteki konuşmalarında olduğu gibi yazılarında da sürekli olarak yeni ‘kelleler’ istedi — yüz bin, iki yüz bin kadar. Böyle eylemlerin her nasılsa politik değişimler getireceğine inanıyordu.

Marat Girondist Charlotte Corday tarafından öldürüldü. Marat’nın ve Robespierre’in bir dostu olan ressam Jacques-Louis David zaman zaman en başarılı yapıtı olarak görülen tablosunda Marat’yı bir devrim şehidi olarak gösterdi. (Bir Jacobin olan David Fransız Cumhuriyetinde bir tür sanat diktatörü konumunda idi ve Robespierre’in ölümünden sonra Napoleon’a katıldı.)




Jean-Paul Marat "... korkunç denebilecek kadar çirkin küçük bir insan, hemen hemen bir cüce idi." Hijyen yoksunluğundan sık sık söz edilmiş ve karakteri "nefret ve haset yüklü" bir insan olarak betimlenmiştir.


Marat devrim sırasında Fransız basınının öncü gazetelerinden biri olan L’Ami du peuple başlıklı gazetesinde devrimin düşmanlarına olduğu gibi ılımlı devrimcilere de saldırdı. Yoksulluk ve kıtlık gazetenin başlıca temaları idi ve Marat’nın kendisinin sans coulette ile çok yakın ve sıcak ilişkiler içinde olması niçin çok büyük bir sayıda izleyicisinin olduğunu açıklar. Marat’nın çok popüler olduğu açıktır ve öldüğü zaman aşağı yukarı bir ‘aziz’ düzeyine yükseltildi. Ona yaklaşan her sans couletteu dinlerdi ve kendisinden daha yoksul olanlara karınlarını doyurabilsinler diye üzerindeki parayı hemen verdiği anlatılır. Marat’ya deli diyenler de vardı ve özellikle Paris’te yer alan Eylül Kitle Kıyımları ve genel olarak Fransa’daki şiddetin çoğu onun etkisine bağlanır. 1790’da karşı-devrimcilere karşı uyarı ve öğütlerde bulunuyordu: “Beş ya da altı yüz kellenin uçurulması size barış, özgürlük ve mutluluk getirecektir.”




   
"100.000 insan kurtarmak için bir insan öldürdüm."  
   

Charlotte Corday (1768-1793) soylu bir aileden geliyordu, kraliyetçi idi ve aynı zamanda Aydınlanma düşünceleri ile tanışıktı. Plutark, Rousseau ve Voltaire’in yazılarını okumuştu. Girondinlerin düşüncelerini destekliyor ve onları en sonunda Fransa’yı kurtaracak grup olarak görüyordu. Caen’dan Paris’e onların davasına katılmak için gelmişti. Girondinler 1793’te Meclisten sürülmüş ve Devrim terör evresine girmişti. Corday Marat ile gazetesinin kitleler üzerindeki etkisi hakkında bir görüşme yapmak üzere anlaşmayı başardı. 13 Temmuz 1793’te Marat’nın evine gitti. Ona Normandia’daki Girondistlerin adlarını içeren bir liste verdi. Listeleri seven Marat adlara baktı ve en kısa zamanda giyotine gönderilecekleri konusunda güvence verdi. Corday o sırada Marat’yı bıçakladı. Kaçmadı ve evdekiler tarafından yakalandı. 16-17 Temmuzda Devrimci Mahkeme tarafından yargılandı ve hemen Place de la Révolution’da giyotin ile idam edildi.



 

   
Girondinlerin düşüncelerinin Corday üzerindeki etkisi açıktır: “Marat’nın Fransa’yı saptırdığını biliyordum. Yüz bin insan kurtarmak için bir insan öldürdüm.” Devrim ilerlerken Girondinlerin Marat ve Robespierre gibi Jacobinlerin radikal ve terörist yöntemlerine karşıtçılıkları yeğinleşti. Corday’ın sözleri Girondinlerin devrimin gidişinde şiddete karşı çıkan yaklaşımlarını yansıtır. Fransa’nın despotik kültürel durumu verildiğinde, Girondinlerin şiddete karşı çıkmaları ve daha insanca ve ılımlı bir politika izlemeyi istemeleri başlangıçtaki politik güçlerini zayıflattı ve sonunda Meclisten de atılarak kendileri giyotine gönderildiler.
   
Charlotte Corday, 17 Temmuz 1793. Corday'ın Marat’yı kendi kararı ile ve herhangi bir yardım almaksızın öldürdüğünü çürüten bir kanıt bulunamadı.
 

Lafayette (1757-1834)
Gilbert du Motier, Marquis de Lafayette bir aristokrat ve subay idi. Amerikan Bağımsızlık Savaşına, Fransız Devrimine, Birinci Koalisyon Savaşına ve Temmuz Devrimine katıldı. George Washington, Alexander Hamilton ve Thomas Jefferson'ın yakın dostu olan Lafayette Fransız Devriminde önde gelen adlardan biri idi. Köleliğin kaldırılmasını istiyordu.




   
Lafayette ilk olarak ekonomik bunalıma çözüm aramak üzere Kral XVI. Louis tarafından toplanan Soylular Meclisine seçilmişti. Sonra soylular (İkinci Katman) grubunun bir üyesi olarak Genel Katmanlara seçildi. Ama Genel Katmanları yeterli bulmayarak “gerçek bir Ulusal Meclis” seçilmesini istiyordu.


Lafayette 1801’de Birleşik Devletler başkanı olacak olan Thomas Jefferson’ın yardımı ile İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinin yazılmasında birincil yazar oldu. Bastille’in alınmasından sonra, Ulusal Muhafız Birliğinin komutanlığına atandı. Devrim sırasında ılımlı bir yol izledi ve liberal bir soylu olarak Fransa’da İngiltere’dekine benzer bir anayasal tekerkliğe geçilmesini istiyordu. 1792’de Jacobinler onu hain olarak nitelediler ve tutuklanmasına karar verdiler. Jacobinlerin giyotininden kaçmayı başaran Lafayette daha sonra Napoleon’un hükümetine katılma ve 1830 Devrimi sırasında Fransız diktatörü olma önerilerini reddetti.


Lafayette Fransa ve kurulmasına yardım ettiği Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ayrımı bütünüyle gözden kaçırmış görünür. Fransa Katolik idi, ABD Püritanlar tarafından kurulmuştu. Fransa’nın bir kralı ve soyluları varken, ABD Kongre tarafından yönetiliyordu ve ülkede özgürlük ve eşitlik bilinci daha şimdiden büyük ölçüde yerleşmişti, dolayısıyla güçlü bir ulus duygusu vardı, ve ülkede demokrasi ve yasa egemenliği gelişiyordu.

Lafayette; Devrimin birinci yıldönümü, 1790 (VİDEO)

Lafayette

 

XVI. Louis (1774-1792)
1774'te tahta çıktığı ve saltık tekerk olarak Fransa'nın sınırsız egemeni olduğu zaman Louis 19 yaşında idi. Düşünsel olarak işini yapabilecek yetenekte olmasına karşın sağlamlık ve kararlılıkta eksikti. Louis monarşiyi bir politik sorumluluk olarak değil, sorumsuzluğu aklayacak bir güç konumu olarak gördü. Reformlara dönerek bütünsel bir modernleşmeyi başlatmak yerine, çoktandır işlemez olmuş bir devleti sürdürebilmek için yalnızca durumun gerektirdiği geçici çözümlere yöneldi. Genel Katmanları yalnızca ekonomik güçlüklere bir çözüm bulabilmek için vergi toplama amacıyla topladı. Bir yandan Anayasayı onaylamayı kabul ederken, öte yandan 'devlet' olamayacak denli beceriksiz olmasına karşın ‘kendini devlet’ olarak görmekten vazgeçmedi. Louis tarihin onu demode kıldığını, bundan böyle bu dünyaya ait olmadığını anlamadı. Halkın öylesine güçlü bir düşmanlığını kazandı ki, entellektüeller devrimin yalnızca onu yok etmek ile eşit olup olmadığını düşünmeye başladılar.



   
   

XVI. Louis 1791’de Varennes’e kaçma girişiminde anayasal tekerkliği kabul etmeyeceğini ve egemenliğini Meclis ile paylaşmayı istemediğini gösterdi. Gerçekte ulusun egemenliğini bölmesi ve tekerk ile paylaşması düşüncesi daha saçmadır. Ama yurttaş toplumu henüz gelişmediği halkın kendi egemenliğinin bilinçsizi olduğu durumlarda, tekerklikten evrensel halk egemenliğine ve cumhuriyete geçiş zorunlu olarak derecelidir ve anayasal tekerkliğin ya da tekerkin egemenliğini paylaşmak zorunda kalmasının zemini budur. Şiddet halkın istencini birdenbire demokrasiye daha yatkın ve yetkin kılmaz.


Louis XVI 1787’de “Versailles Kararnamesi” ile Fransa’da Katolik-olmayanlara (Calvinist Huguenotlar, Lutheranlar ve Yahudiler) dinsel özgürlük ve yurttaşlık haklarını tanıdı. (1685’te Loius XIV Nantes Kararnamesi ile daha şimdiden sınırlı olan inanç özgürlüğünü bütünüyle kaldırmıştı). Louis'nin bu kararnameyi yayınlamasında Turgot ve Benjamin Franklin etkili oldular.


Varennes’de Louis’nin ve ailesinin tutuklanması.


Fransa’nın grotesk ironisi halkın bir yandan Cumhuriyete yetenekli değilken ve bir krala, bir egemene gereksinimi varken, öte yandan kralını yok etmeyi istemesi idi. Bu durum toplumu despotik kraliyetçiler ve despotik cumhuriyetçiler olarak iki düşman kampa böldü. Bu bölünmenin yarattığı kaos ve anarşi ile baş edemeyen güçsüz Direktuar hiçbir zaman ne yaptığını anlamayan ve her şey olmaya hazır bir Korsikalı çılgına teslim oldu.

 

DEVRİM İLE İLGİLİ ADLAR

DEVRİM İLE İLGİLİ SÖZCÜKLER




İdea Yayınevi Site Haritası | İdea Yayınevi Tüm Yayınlar
© Aziz Yardımlı 2017 | aziz@ideayayinevi.com