İskandinavya Devrimleri

idea yayinevi site haritası 
 

İskandinav Devrimleri

İskandinavya’da demokratik devrimler 19’uncu yüzyılda yer aldı ve devrimlerden üç krallık doğdu:

Kongeriget Danmark
Kongeriket Norge
Konungariket Sverige

Eğer Fransız Devrimi örneği izlenirse, İskandinavya’da herhangi bir devrimin yer almadığını söylenmelidir, çünkü hiçbir kral öldürülmemiş, hiç kimse giyotine gönderilmemiş, teröre baş vurulmamış, kitle kıyımları yapılmamıştır. Öyleyse hiçbirşey olmamıştır. Ama gerçek tam tersi olarak görünür. Fransa’da yer alan devrimin politik olarak hiçbir anlamı ve değeri yoktu, çünkü Katolik Fransa henüz politik istenci ile bir yurttaş toplumu değildi. Sözde devrim despotizmin halka sunduğu açlık yaşamının yerini Jacobinizmin halka sunduğu terör yaşamı ile değiştirdi. Halkın dürtüsel-tepkisel eylemlerine politik karakter yüklemek için politika terimi kavramından uzaklaştırılmalıdır. Politika istencin sorunudur ve birincil olarak evrensel insan hakları uğruna eylemdir. Fransa’da ise yalnızca insan hakları evrensel olarak çiğnenmekle kalmadı, duyunç özgürlüğü ve yasa egemenliği de bütünüyle ortadan kaldırıldı. Politika silindi. Fransa kısa süren bir anayasal monarşiden sonra ilkin Jacobin terörüne ve sonra Napoleon’un imparatorluğuna teslim oldu. Sonra, Fransa’nın Katolik devrimcileri ile, Terör daha da ötelere yayıldı. Fransa’nın kendisi ile birlikte, Madrid’den Moskova’ya Avrupa bir kitle-kıyımı alanına döndü.

Devrim —
evrensel insan haklarının edimselleşmesidir;
duyunç özgürlüğünün edimselleşmesidir;
yasa egemenliğinin edimselleşmesidir.

Devrim bir sınıf sorunu değil, bir yurttaşlık bilinci sorunudur.
Bir genel istenç sorunudur.

İskandinav devrimleri modern devrimin bir şiddet eylemi olmadığını, tersine şiddetin kendisini ortadan kaldıran eylem olduğunu gösterir. Gerçekte, şiddet etmeni “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” kavramları tarafından özellikle dışlanan feodal despotik etmendir. Bir barbarlık artığıdır. Herşeyden önce eşitlik kavramı modern dönemde güç etmeninin kendisini ortadan kaldırma eğilimindedir, çünkü özgürlük ya da istenç olarak güçlerin demokratik eşitliği gücün kendisinin gereksizleşmesi anlamına gelir. Özgürlük insan ilişkilerinde gücün ve ona bağlı fiziksel şiddetin tam yokluğunu gerektirir ve getirir. Bu nedenle İskandinav devrimleri modern devrimi hem ona temel olan bilinç biçimi açısından hem de ortaya çıkan sonuçları açısından şiddete dayalı başka her devrimden çok daha iyi tanımlar. Modern devrim aile, toplum ve devlet yapılarının özgürlük ve eşitlik kavramları temelinde gerçek edimselleşmesidir.

Politik olarak, devrim devlet yapısının yurttaş kavramı ile uyum içinde dönüşümüdür. Ve yurttaş özgür istencini yasa yapan, yasa ile ilişkisinde kendi istencinin özgürlüğü altında olan bireydir. İskandinavya’da devrim olması gerektiği gibi oldu, toplumun kendisinde, ‘taban’da başladı, ona yukarıdan yabancı bir istenç ve kültür olarak dayatılmadı. Devlet toplumu değiştirmedi; tam tersine, değişmekte olan, yurttaş toplumu karakterini kazanmakta olan toplumun kendisi devletini değiştirdi. Modern özgürlük ve eşitlik bilinci hem halkta hem de tekerklerde daha yüksek bir politik istenç olarak yerleşti, anayasalar, kurumlar, yasalar insanların devrilen duyguları, düşünceleri ve töreleri ile birlikte devrildi, ve yerleri aşamalı olarak daha özgür modern biçimler tarafından alındı. Bu nedenle devrim şiddet içermedi. Fransa’da, Rusya’da, Çin’de ‘devrim’ denilen şiddet eylemleri gerçekten de kralları, çarları, imparatorları devirdi. Ama halkların despotik bilinçlerini deviremediler. Halk yalnızca boyun eğdiği ve peşinden gittiği despotların değiştiğini algıladı, ve hangisini seçeceği konusunda kafa yormadı çünkü istençsizliği ile herhangi bir karar verme yeteneğinden yoksundu.


   
İsveç’te 1766’da kabul edilen Basın Özgürlüğü Yasası zamanının en erken ve en köktenci örneklerinden biri idi. Danimarka’da Basın Özgürlüğü Yasası 1770’lerin başında kabul edildi ve hükümette köklü reformlar yapıldı. 1809’da İsveç’te ve 1815’te Norveç’te Anayasal değişiklikler saltık tekerklikleri sonlandırdı.

Tüm bu ve benzeri gelişmelere karşın, İskandinavya tarihçiliğinde "Aydınlanma," "Us Çağı" gibi anlatımlar pek kullanılmaz, çünkü modernleşme ile bir olan değişimler normal olarak ussaldır ve İskandinav tekerkleri sık sık değişime kendileri öncülük yaptılar. İskandinav modernleşmesi despotik bir monarşinin ve despotik bir kilisenin devrilmesini gerektirmeksizin, bu kurumların kendi içlerinde yer alan dönüşüm süreçleri yoluyla şiddete dayanmayan bir geçiş olarak yer aldı. Politik bilinç halk egemenliğine, yurttaş ve birey kavramlarına, saltıkçılığın eleştirisine ve anayasa kavramına doğru gelişirken, aynı zamanda toplumsal ve politik ayrıcalıklar ve eşitsizlikler etkili olarak silindi. Modern Devrim dışarıdan alınan ayrıksı Aydınlanma düşüncelerinin güdümü altına girmekten çok, Protestan kültürün kendi içinde gelişmekte olan eşitlik kavramının belirlediği dingin bir iç süreç olarak yaşandı. Halk ve devlet ilişkisi halkın yasa ile buluşması biçimini aldı ve egemenliğin bölünmezliğinin değerini çok iyi bilen tekerkler onu bölmeksizin ve paylaşmayı istemeksizin bütünlüğü içinde ulusa teslim ettiler.

‘Devrim’ kavramı altında alışkanlıkla dramatik olaylar, sınıf kavgası ve iç savaş gibi şiddet olayları düşünülür. Bu sapıklık Fransız Devriminin en aptalca kalıtlarından biridir. Modern devrim bir sınıf kavgasına indirgenecek ya da sınıf kavgası yoluyla, genel olarak zor ve şiddet yoluyla başarılacak bir dönüşüm değildir, çünkü sınıf politik bir kavram değildir ve politik bir istenci anlatmaz. İnsan yurttaş olarak politika yapar ve modern politika evrensel insan haklarının bilincini temsil eden yurttaşın eylemidir. Bir sınıfın daha çok ve bir başkasının daha az hakkı yoktur, ve bir ‘haklar türlülüğü’ görüşü hakkın evrenselliğini siler. Politik kavram kendini hak eşitliği, duyunç özgürlüğü ve istenç özgürlüğü terimlerinde tanımlayan yurttaşın istencidir.

İskandinav ülkelerinde Riksdag ya da parlamento Kıta Avrupa’sında genellikle görülen durumdan ayrı olarak dört Katmandan oluşuyordu: Soyluluk (İsveççe: Riddarskap/şövalyelik och Adel), Dinadamları (Prastestand), Burgherler ya da Kentliler (Borgarstand), ve Avrupa’daki başka ülkelerden ayrı olarak Köylüler (Bondestand). Köylülüğün bir sınıf olarak parlamentoya katılması başka yerlerde bir yük hayvanı gibi görülen bu insanların Reformasyonun bir sonucu olarak daha şimdiden politik bilinç kazanacak denli eğitimli olmalarına bağlıdır. Ama anayasal tekerkliğin yanısıra bu katmanlı parlamentolar henüz toplumun türdeş bir yurttaş toplumu olmadığını, sınıfsal ayrımların politik ayrımlar işlevinde olduğunu gösterir. Modern demokratik parlamentoda bu sınıf ayrımları silinir ve kendilerine yasama yetkisi teslim edilen insanlar görevlerini başka herkes gibi yurttaşlar olarak yerine getirirler. Demokrasinin kendisi sınıf, ırk, din, dil, etnisite, eşey, bölge vb. gibi ayrımların, genel olarak yurttaşlar arasındaki herhangi bir ayrımcılığın olumsuzlanmasıdır. Modern politika bütün bir geleneksel kültür kütlesi ile kesintisiz çarpışma, bir değersiz kültürler kalabalığının boş-değerlerini, yalancı-değerlerini ve düşmanca türlülüğünü silerek uygarlaşma sürecidir.

İskandinav devrimlerinde şiddet bir etmen değildi, çünkü orada devrimler sözde “sınıf kavgası” olarak ya da devlete karşı değil, özgür yurttaşların eylemleri olarak, kral-devletin özgürce ulus-devlete geçmesi olarak yer aldı. Değişim barikatlarda ve namlunun ucunda değil, insan bilinçlerinde ve istençlerinde oldu. Etik değişimin biricik olanağı özgürlük bilincinin kazanılmasıdır ve özgürlük ereğine erişmenin aracı özgürlüğün kendisinden başka birşey olamaz.

Özgürlük kavramı salt bir kavram olduğu için evrenseldir, ve sınıf, katman, kast vb. gibi hiçbir tarihsel ayrımı, hiçbir kültürel tikelciliği tanımaz. Tersine, onları siler. Katolik ülkelerin duyunçsuz despotik egemenleri ile karşıtlık içinde, İskandinavya’nın Lutheran eliti duyunç özgürlüğü tarafından kendi içinde eğitildi. Değişim öylesine köklü oldu ki, eski durumlarını anımsayamaz ve anlayamaz oldular. Ve özgürlük bilincinin güçlenmesi ile uyum içinde, parlamentolar ve anayasalar ve yasalar değiştirildi. Krallar ve soylular anayasaları ve parlamentoların gücünü tanıdılar ve birer yurttaş oldular. Bir Rousseau okuyucusu olan Danimarka Kralı VI. Frederik kendini “devletin ilk hizmetçisi” olarak gördü (Alm.: Friedrich; Dan. ve Nor.: Frederik; İsv.: Fredrik).

Bugün dünyanın en ileri demokrasileri olan bu ülkelerde bütün bu değişimler Fransız Devriminden çok önce yer almaya başladı. Fransa’da devleti kendi egosu ile bir gören sözde tanrısal egemen XVI. Louis saçma sapan bir parlamentoyu, “Genel Katmanlar” denilen arkaik kurumu yalnızca devletin iflastan kurtulması için bir araç olarak görüyor ve bunun dışında ülkenin istencini hiçe sayıyordu. Öte yandan, Kuzey Avrupa’nın bu küçük krallıklarında topluma egemen olmaya başlayan eşitlik ve özgürlük bilinci devleti monarşi ile eşitleyen arkaik düşünceyi geçersiz kıldı.



Kuzey Norveçli Sami kızlar.


Reformasyon ve Kültür

İskandinavya Hıristiyanlığa dinin kavramını yeniden kazandıran Protestanlığı çok erken bir tarihte, on altıncı yüzyıl başlarında kabul etti. Avrupa’nın Katolik Güneyi Reformasyonu bütünüyle etkisizleştirir ve boşinanca sarılmada diretirken, Kuzey Avrupa’da nüfusun bütünü Protestanlığa döndü. Katolik Kilisesinin ve rahiplerin dışsal yetkesinden özgürleşen inanç dışsal takıntılarından da özgürleşti, yalana inanç olmaktan çıktı, olması gerektiği gibi olmaya başladı — kavramına uygun olarak, gerçeklik için tekil yüreğin özgür duygusu.

Kuzey Avrupa’nın bütünsel kültürel dönüşüm sürecinde Reformasyon herşeyi belirleyen birincil etmen değildi. Din toplumsal kültürün bileşenlerinden yalnızca biridir ve herşey onun çevresinde dönmez, çünkü kültürde herşey herşeyin çevresinde döner. Gerçekte, toplumsal dizgede hiçbir bileşen birincil değildir, çünkü tümü birden birincildir ve tümü birbiri ile uyum içinde olmalıdır. Kültür her bir bileşenini belirleyen ve kendisi onlar tarafından belirlenen dizgesel bir yapıdır. Ve kültür bu yapısı içinde süredurumlu ve öz-sakınımlıdır. Bu tutucu yapıya akışanlık kazandıran ve onu değişim ve gelişime yetenekli kılan etmen duyunç ve istenç özgürlüğüdür. Duyunç haklı, doğru ve iyinin ve karşıtlarının terimlerinde yargıda bulunma yetisidir. Katolik inançta duyunç kuruma, insan özencine aittir, bireysellik tanınmaz ve silinir, ve en iç doğasında kurumun özenci altında kalan insan doğası pıhtılaşır, değişime ve gelişime kapanır.


Kültürün, daha doğrusu Tarihin işlemesini sağlayan şey genel olarak istencin doğuşu, özgürlük bilincinin kazanılmasıdır. Tarih istencin başlıca sorunudur ve bir bakıma varlığını istence borçludur, öyle bir düzeyde ki istencin olmadığı yerde Tarih de yoktur. Ve İstenç yalnızca Duyuncu dinler, yalnızca onun önünde eğilir, çünkü Duyunç kendini sorgulayan İstençtir.

Din kavramı duyunç özgürlüğünü özü olarak aldığı için, din kavramına uygun dinin genel istenç ile, genel olarak devlet ile çatışması kaygısı yalnızca düşüncesizliğin bir belirtisidir. Din kavramı da tıpkı Devlet kavramı gibi evrensel hak eşitliğini, duyunç özgürlüğünü ve yasa egemenliğini tanır. Eğer din ve devlet çatışıyorsa, bu çatışma bu kurumları birbirinden ayırarak çözülemez, çünkü ikisi de aynı gerilik tininin anlatımıdır. Kötü bir inanç ancak kötü bir devlet ile birarada varolabilir, ve evrik olarak. O zaman kötü devleti kötü dinden ayırma formülü anlamsızlaşır, kötü devlet kötü din ile tangosunu sürdürür, ve “laiklik” boş bir söz olmaktan öteye geçemez.

Din başka her bileşen gibi toplumsal dizgenin bütünü ile uyumlu olması gereken bir bileşen olduğu için, modern tarihte herşeyi Protestan etiğe bağlayan toplumbilimcilere karşı denebilir ki, Kuzey Avrupa’yı Reformasyon yapmadı; tersine, Reformasyonu Kuzey Avrupa yaptı. Eski Dünyanın eskimiş kültürlerinden göreli olarak uzakta olan ve kendi kültürleri göreli olarak geri olan bu Germanik Kuzey ülkelerinde saklanacak ve korunacak yalancı değerler de eşit ölçüde önemsiz idi. Dolayısıyla değişime karşı tutuculuğun, yeni olana karşı geleneğin, genel olarak tarihsel süredurumun direnci önemsiz idi. Reformasyonun kabul edilmesi ile gelen duyunç özgürlüğü zemininde, toplum etik bir karakter kazanma, moral olarak gelişme, ve politik olarak türdeşleşme sürecine girdi. Özgürlük ile birlikte, tüm yönlerinde insan gelişimi başladı — estetik, etik ve entellektüel. Protestanlık 17’nci yüzyıl gibi göreli olarak erken bir tarihte köylülüğü de kapsamak üzere nüfusun büyük bölümünün okur-yazar olmasına götürdü. Kitleleri özellikle bilgisiz, aptal ve korkak tutmaya çalışan Katolik rahiplerin tersine, Protestan rahipler Aydınlanmanın despotik aydınlarından daha bilgili, daha ağırbaşlı ve daha ciddi idiler, ve insanları gütme değil ama gerçek anlamda aydınlatma görevini kendileri üstlendiler. Herkesin rahip olduğu yerde özel bir dinadamları sınıfı, bir Kurumsal Kilise ve Papalık yoktur. Bütün bir Danimarka-Norveç dinadamları kitlesi Kopenhag Üniversitesinde eğitim görüyordu.

 
   

Bu durumun sonuçlarından biri asal işlevi boşinanç ile savaşmak olan Aydınlanmaya İskandinavya’da aydınlatacak bir karanlığın kalmaması oldu. Orada Aydınların işini Aydınların düşman gördükleri Protestan rahipler üstlendi. Fransa’nın halkı aydınlatmak yerine halkın kendisini dehşete düşüren ve terör ve şiddete sarılan Aydınları ile karşıtlık içinde, Kuzeyin rahipleri inancı korkudan bütünüyle özgürleştirdiler. Günah çıkarmalar, ikonlar ve tütsüler ve kemik kolleksiyonları ile uğraşmak yerine, öte-dünyanın anahtarlarını satmak yerine, insanların okur-yazarlığı ile kaygılandılar, onları bilimsel konularda olduğu gibi üretim, tarım ve sağlık ile ilgili konularda da aydınlattılar ve eğittiler.

Bütün bir nüfus türdeş bir özgürlük kültürü kazanırken, boş-değerleri silen ve dolayısıyla onlara bağlı anlamsız düşmanlıkları yok eden bu etik türdeşlik güçlü bir ulus duygusunun doğmasını sağladı. Ve ancak egemen ulus dürüstlük, hak, erdem duygusunu yaşayabilir. Ulusun egemenliği ulusun özgürlüğü ve özgürlük evrensel istenç olduğu için, geriye ulusların birbirlerinden ayırmak için yalnızca puslu kültürel anılar kalır.

III. Christian (1503-1559)
     
Prens Christian 1521’de Almanya’da yolculuk yaparken Worms Dietinde de bulundu ve Martin Luther’in savunmalarını dinledi. Luther’in uslamlamaları onu uyandırdı. Danimarka’ya döndükten sonra Lutheran görüşlerini gizleme gereğini duymadı. Bu nedenle yalnızca Roma Katolik piskoposların ve soyluların denetimi altındaki Rigsraad (Danimarka Devlet Konseyi) ile değil, ama temkinli bir politikacı olan babası Danimarka ve Norveç Kralı I. Frederik ile de çatışma içine düştü. Schleswig’de kendi sarayında piskoposların direnmesine karşın Protestan Reformasyonu getirmek için büyük çabalara girişti. 1528’de Lutheran Kiliseyi Schleswig-Holstein’ın Devlet Kilisesi yaptı. 1533’te babasının ölümünden sonra kral oldu. Katolik Rigsraad Christian’ı kral olarak tanımayı kabul etmeyince “Kont’un Savaşı” olarak bilinen ve 1534-36 arasında iki yıl sürecek olan bir iç savaş patlak verdi. Savaşın sona ermesinden sonra Lutheranizm Danimarka-Norveç’in resmi dini oldu. Katolik rahipler görevden alındılar ve tutuklandılar, ve kilise yeni dinin ilkelerine göre yeniden örgütlendi.


VI. Frederik (1768-1839).
     
VI. Frederik aralarında serfliğin kaldırılması da olmak üzere (1788) yaygın liberal reformlar yaptı. Napoelonik savaşlar sırasında Danimarka'nın yansızlığını sürdürmeye çalıştı. Ama İngilizlerin Kopenhag bombardımanından sonra Danimarka'yı Napoleon ile bağlaşma içine sokmak zorunda kaldı. Napoleon'un yenilgisinden sonra da Napoleon'a bağlılığını sürdürdüğü için Danimarkalı tarihçiler tarafından dikkafalı ve beceriksiz olarak görüldü. Ama son yıllarda kimi tarihçiler kralın durumunu daha iyi açıklayan bir yorum geliştirdiler. Bu yoruma göre, Napoleon ile bağlaşma içinde kalması Norveç'in zayıf durumunu dikkate almasının bir sonucu idi. Tahıl dışalımına bağımlı olan Norveç İsveç'in toprak tutkularının hedefi idi ve Frederik savaşların bir uluslararası anlaşma ile sonuçlanacağını ve Danimarka'nın özellikle Norveç ile ilgili çıkarlarının korunmasında Napoleon'un da bir söz hakkının olacağını umuyordu. Napoleon'un yenilmesinden ve 1814'te Norveç'in yitirilmesinden sonra, Frederick gençliğindeki liberal düşüncelerinden vazgeçti ve karşıtçılığa karşı sansür ve baskı uygulamaya başladı.

Duyunç özgürlüğü altında, kendinin bilincinde olan bir duyunç kültürü altında dinadamlarının dinadamı olmayanlar üzerinde herhangi bir üstünlüğü olanaklı değildir. Sonuçta, insan duyuncu üzerindeki rahiplik yetkesini kaldıran Protestanlık altında Katolik ülkelerde olana hiç benzemeyen özgür bir kişilik, hiçbir sınıf ayrımı tanımayan eşitlik duygusu ve bilinci doğdu. Bilimden sanata yaşamın her alanında ve dünyanın her yerinde eylemde bulunmaya istekli özgür bireysellik tini gelişmeye başladı.

Dahası, duyunç özgürlüğü koşulu altında, bu bireysellik evrensel olarak gelişti ve özel bir kesimin değil bütün bir nüfusun türdeş karakterini belirledi. İlk kez boyun eğen korkakların ve yalancıların kültüründen ayrı olarak, dürüstlük, açıklık, saydamlık tini serpilmeye, ikiyüzlülüğün yerini içi ve dışı bir olan insan karakteri almaya başladı. İskandinavya’nın bu evrensel eşitlik ve özgür türdeşlik tininin politik yansıması ‘sosyal demokrat’ eğilimin daha tutucu bilinç alanı karşısında güçlenmesi ve güçlü kalması oldu. Orada tutuculuk hükümete geldiği zaman bile işler daha önce olduğu gibi yürür.

Duyunç özgürlüğünden yoksun ve dolayısıyla moral nitelik kazanmamış insanların özgürleşmeleri ilkin özgürlüğün görgüsüz, ölçüsüz ve giderek barbarca biçimlerde uygulanmasına götürür. Özgürlük dilediğini yapabilme özgürlüğü olarak, keyfi özgürlük olarak anlaşılır. Fransa’da sözde devrimin bütün bir kitleye yayılan şiddet eylemlerine, teröre ve kitle kıyımlarına varması bu tinin sonsuz kötülüğü duyumsayacak ve anlayacak bir moral gelişmişlik düzeyinden bile yoksun olduğunu gösterdi. Orada insan öldürmek önemsiz, sıradan bir işti. Dahası, Robespierre’in örneğinde, terör sözde ‘erdem’ denilen şeyin kanıtı olarak görüldü.

İskandinavya da hiç kuşkusuz şiddetten bağışık değildi ve İskandinav Reformasyonu sırasında Danimarka’da iki yıl süren bir iç savaş yaşandı (1534–36; ‘Kontun Savaşı/Grevens Fejde’). Bu Katolik köylüler ve onların efendileri olan lordlar arasında Reformasyonun güçlerine karşı kurulan bir tür tuhaf bağlaşma zemininde bir taht kavgası idi. Bunun dışında, Prusya ve Rusya ile yüzyıllar boyunca aralıklı olarak savaşlar yaşandı. Ama özgürlük bilincinin gelişimi ile birlikte şiddet kültürü yerini içeride ve dışarıda barışçıl bir tine bırakmaya başladı ve devrimlerini düşünerek, konuşarak, tartışarak ve sonunda krallarından bir imza rica ederek yaptılar.



Petri Kardeşler ve İsveç
     
1523’te İsveç tahtını ele geçiren Gustav Vasa krallığının ve kilisenin Reformasyonu için çalışmaya başladı. Reformasyonu politik bir araç olarak gören Danimarka tekerki II. Christian’ın tersine, Vasa Reformasyonu ulusunun yeniden toparlanmasında ve dönüşümünde zorunlu olarak gördü.

Laurentius ve Olaf Petri bu girişimde önemli bir rol oynadılar. Wittenberg’de kaldıkları sırada Luther ve Melanchton’ın öğrencileri olmuşlardı. Olaf ve Laurentius ikisi de İsveç’teki temel dinsel eğitimlerinden sonra Wittenberg Üniversitesinde öğrenim görmek üzere Almanya’ya gittiler. Büyük olasılıkla, Luther 95 Tezini Kale kilisesinin kapısına çivilerken çevresindeki kalabalığın arasında Olaf da bulunuyordu. Wittenberg’de eğitimlerini tamamladıktan sonra ikisi de Luther ve Melanchton’dan öğrendiklerini yanlarına alarak İsveç’e geri döndüler.

Vasa Olaf’ı Stokholm’deki büyük Katedralde vaiz olarak görevlendirirken, Laurentius’u Uppsala Üniversitesinde tanrıbilim kürsüsüne atadı. İki gencin getirdikleri düşüncelerin İsveç toplumu üzerindeki etkisi ve buna Katolik dinadamlarının tepkisi büyük oldu. Olaf Petri bu arada Luther’in çevirisine dayanarak Yeni Ahit’i İsveççe’ye çevirmeye girişti. Protestanlık yerleşmeye başlarken iki yan arasındaki çatışma sertleşti. Kral 1526’da Uppsala’da bir konferans düzenleyerek Papalık ve Protestanlık arasındaki ayrımların ortaya koyulmasını ve bir çözüme bağlanmasını istedi. Bir din savaşı yapmak yerine tartışmalar yapıldı ve çalışmalardan kısa bir süre sonra 1527’de Vastas Dietinde İsveç resmi olarak Protestan bir ulus oldu.

 

Taussan ve Danimarka
     
Danimarka'da benzer bir durum yaşandı. 1494 doğumlu Hans Taussen 1521’de Luther Worms Dietinde savunma yapmak için hazırlanırken Wittenberg’de idi. Orada ne kadar kaldığı tartışmalıdır. Ama Danimarka’ya dönünce ilkin gizli olarak öğrencilere Protestanlığı anlattı. Bu arada İncil’i çevirmeye başladı. Yaptıkları anlaşılınca Fransiskanlar tarafından ait olduğu manastırdan kovuldu. Bunun üzerine bütün Danimarka’yı dolaşmaya ve vaazlar vermeye başladı. Danimarka-Norveç Kralı I. Frederik kendisi Lutheran olmamasına karşın hoşgörüden yana idi ve hiç kimsenin Protestanlığı vaaz eden hiç bir vaize dokunmaması gerektiğini bildiren bir kararname çıkarmıştı.

İsveç’te olduğu gibi, Danimarka’da da Protestanlığın yayılmaya başlaması üzerine Katolik dinadamları karşı eyleme geçtiler. Düşmanlıkları azalmak yerine yeğinleşince I. Frederik onları Kopenhag’da Protestanların önderleri ile açık bir tartışma yapmaya çağırdı. Protestanlar inançlarını özetleyen 43 maddelik bir bir belge hazırladılar. Katolik Piskoposlar da aynı şeyi yaptılar. Protestan belgede ana noktalar Kutsal Yazıların yetkesinin birincilliği ve İsa’nın haç üzerinde ölmesinin insanın esenliğini sağlamış olması ile ilgili idi. Tartışmanın sonucu Protestanlığın Danimarka’da yerinin sağlamlaşması oldu. 1537’de Letheranizm anayasada resmi din olarak kabul edildi.

 

Silahlar yerine Sözler




1561 Torslunde altar panosu; Martin Luther’in vaazı. Torslunde kilisesi 1100 yıllarında yapıldı.
     
İskandinav Reformasyonu gürültüsüz patırtısız gerçekleşti. Almanya, İsviçre, Fransa, İngiltere ve giderek Hollanda bile savaşmak için silahlanmış Katolik ve Protestan grupların sık sık ölçüsüz şiddetine tanık olurken, İskandinavya’da Protestanlık iki yıl süren bir ‘Kontun Savaşı’ dışında dinginlik içinde ve barışçıl bir yolda doğdu. Ve denebilir ki salt bu nedenle başka her yerde olduğundan daha güçlü yerleşti. Danimarka'da da Almanya'da olduğu gibi soyluların önemli bir bölümü Katolik Kiliseden ayrılarak Reformasyonu desteklediler. Brahe ailesinin bir üyesi olan gökbilimci Tycho Brahe (Dan. Tyge Brahe) Lutheranizme ilk dönenler arasında idi.


Danimarka’nın Osmanlı İmparatorluğu İle İlişkileri


Protestan ikonoklazm.
     

Osmanlı İmparatorluğu Danimarka ile ilişkileri 1756 yılında Sultan III. Osman ve Kral V. Frederik arasında imzalanan bir Dostluk ve Tecim Anlaşması ile ve Danimarka'nın Osmanlı İmparatorluğu'na bir yüksek temsilci ataması ile başladı.

Otuz Yıl Savaşı sırasında 1618'den 1648'e dek Danimarka ve Osmanlı İmparatorluğunun Kutsal Roma İmparatorluğuna karşı birlikte savaşmalarına karşın, 1643'te Danimarka Osmanlı İmparatorluğu ve İsveç'e karşı Katolik güçler ile bağlaşma içine girdi.


Reformasyonun gelişimi sırasında Protestanlık ve İslam birbirine Katolikliğe olmaktan çok daha yakın olarak görüldüler. İslam tapınma yerlerinde imgeleri yasaklamada, evliliği bir kutsama olarak görmemede ve manastır düzenlerini tanımamada Protestanlığa yakındı. Çeşitli dinsel sığınmacılara, örneğin Huguenotlar, Anglikanlar, Quakerler, Anabaptistlere ve giderek Jesuitlere bile Osmanlı İmparatorluğunda sığınma ve tapınma hakkı verildi. Bunun dışında, Osmanlılar yalnızca Transsilvanya'da ve Macaristan'da değil, ama Fransa'da da Kalvinistleri desteklediler.


İskandinav ülkeleri arasında yalnızca Danimarka’da köylüyü yaşamının büyük bölümü boyunca toprağına bağlayan bir tür serflik vardı. Bunun dışında köylü büyük ölçüde özgürdü ve Riksdag’da (parlamento) kendisi dinadamları, soyluluk, kentlilik (burgherler) Katmanlarının (sınıf) yanısıra, dördüncü bir Katman olarak temsil ediliyordu (1450’de ilk kez İsveç’te olmak üzere). Avrupa’da ilk kez İskandinavya’da nüfusun büyük bölümünü oluşturan köylünün kurtuluşu yönünde önemli değişimler yer aldı ve monarşi güçlü soyluluk sınıfına karşı köylülerin haklarının savunusunu üstlendi. Danimarka’nın bir ölçüde serflik durumunda bulunan köylülüğü ile karşıtlık içinde, Norveç, İzlanda, İsveç ve Finlandiya’da köylüler özgür idi ve toprak kendilerine aitti (aynı dönemde Almanya’da köylülerin çoğu serfler idi).

Yurttaş Toplumu toprağa bağlı, eğitimsiz ve boşinançlı köylülük ile geçimsizdir. Kendi ortasındaki bu sefilliğe katlanamaz ve onu ortadan kaldırır. Bir hiçlik yaşamında tükenen milyonları yurttaşlara çevirir ve onlara insanlıklarını, özgür insanlar olmanın değer ve onurunu kazandırır.


Avrupa’da kağıt para ilk kez 1661’de İsveç’te dolaşıma girdi (Stockholm Banco adına). İsveçli Anders Celsius suyun donma ve kaynama noktaları arasını 100 derece olarak bölmeyi önerdi. Alfred Nobel dinamiti üretti. İsveçli kimyagerler tarafından kobalt, nikel ve oksijen bulundu. Niels Bohr henüz yıkılmamış olan atom kuramını geliştirdi.

Danimarka’da Devrim

     

Faroe Adaları, Greenland ve 443 küçük ada ile birlikte Danimarka’nın yüzölçümü 2,210,579 km2 ve 2017’de nüfusu 5,75 milyondur. Karşılıklı olarak anlaşılır diller konuşan Danimarka, İsveç ve Norveç’i kapsayan ve 1397’de kurulan Kalmar Birliği 1523’te İsveç’in ayrılması ile sona erdi. Protestan Reformasyon İskandinavya’da 1530’lerde yayıldı ve Danimarka 1536’da Lutheranizmi devlet dini olarak kabul etti.


1814’te Napoleon Savaşlarından sonra Norveç Viyana Kongresi tarafından İsveç’e verilinceye dek Danimarka ve Norveç aynı tekerk altında kaldılar. 1800’lerin başında ülkede modern bir kamu eğitimi ve toplumsal güvenlik dizgesi kuruldu ve edebiyat ve felsefe bir çiçeklenme dönemine girdi. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında işleyim devrimi Danimarka’ya da geldi ve ülkenin ilk demiryolları yapıldı. Başlıca işlenmiş tarım ürünleri dışsatımı yapan Danimarka 20’nci yüzyıl başlarında şimdiki gönenç devletinin temelini oluşturan toplumsal reformları gerçekleştirdi.

5 Haziran 1849’da kabul edilen Danimarka Anayasası 1660’tan bu yana egemen olan saltık tekerkliği sonlandırdı ve parlamenter demokrasi olarak örgütlenen bir ‘anayasal tekerklik’ kurdu. Devrim Frederik VII tarafından atılan bir imzadan oluştu. Kralın kendisi bir yurttaş oldu, tüm gücünü ve ayrıcalığını sildi, ve egemenlik yurttaş toplumuna devredildi.


Danimarka dünyadaki en mutlu ülkelerden biri olarak kabul edilir. Eğitim (ücretsiz), sağlık (ücretsiz), yurttaşlık haklarının korunması, demokratik hükümet, gönenç ve insan gelişimi açısından dünya ülkeleri arasında en ön sıralardadır. Yüksek bir gelir eşitliği düzeyi ve en düşük yolsuzluk oranlarından biri ile ekonomik ve etik olarak dünyanın en ileri ülkelerinden biridir. Danimarka ayrıca kişisel gelir vergisi oranının yüksekliği açısından da dünyada en önde gelen ülkeleri arasındadır.

Ocak 2017’de ülke nüfusunun %75,9’u resmi olarak kurulan Lutheran Danimarka Kilisesinin (Den Danske Folkekirke) üyeleri idi. Bu orana karşın, Danimarkalıların yalnızca %19’u dini yaşamlarının önemli bir parçası olarak görür.



Danimarka’nın Napoleon ile bağlaşmasına İngilizler Kopenhag bombardımanı ile karşılık verdiler (1807). Amaç Danimarka-Norveç filosunu teslim almaktı. 400'ün üzerinde gemiden oluşan bir donanmanın ve 29.000 askerin katıldığı olay sivillere yönelik ilk bombardıman olarak tarihe geçti. Terör dolu dört gün dört gece boyunca süren bombardımanda kentin çoğu yandı ve 3.000'e yakın sivil yaşamını yitirdi. Kopenhag Üniversitesindeki kitaplar güçlükle kurtarıldı. Kent sonunda teslim oldu ve İngilizler savaş gemilerinin yanısıra 92 kadar sivil tekneyi de yükleri ile birlikte çaldılar. Kayıtlara göre gemilere yükleyebildikleri herşeyi aldılar, alamadıklarını yok ettiler ve girdikleri her yerde inanılmaz vandalizm uyguladılar. (LINK)

Bir 2010 Eurobarometer Anketine göre, Danimarka yurttaşlarının %47’si Tanrının varlığına ya da bir yaşam gücünün varolduğuna inanmakta, %24’ü herhangi bir tinin, Tanrının ya da yaşam gücünün varlığına inanmamaktadır. Eşitlikçilik öylesine abartılmıştır ki, ‘başarı’ ve kendini başkaları arasında sivriltme düşmanlık ile karşılanır (Janteloven).

İsveç-Finlandiya monarşisi 1809’da ve Danimarka-Norveç monarşisi 1814’te ayrıldı.

 

261,065
This many individuals, comprising of 4.6 percent of all Danes, carries the surname JENSEN followed by NIELSEN, HANSEN, PEDERSEN and ANDERSEN

Tycho Brahe (1546–1601), Niels Bohr (1885–1962), Hans Christian Andersen (1805–1875), Søren Kierkegaard (1813–55)

Danimarkalıların %86’sı İngilizce’yi ikinci bir dil olarak konuşur; Almanca %47 ile en çok konuşulan ikinci yabancı dildir.

  

Scandinavian Timeline

 

The following are international rankings of Norway,
including those measuring life quality, health care quality, stability, press freedom and income.

Index Rank Countries reviewed
World Happiness Report 2017 1 157
Human Development Index 2015 1 187
Inequality adjusted Human Development Index 2015 1 150
OECD Better Life Index 2016 1 38
Legatum Prosperity Index 2015[235] 1 142
Index of Public Integrity 2016[236] 1 105
Democracy Index 2016[237] 1 167
Save the Children State of the World's Mothers report 2015[238] 1 179
Total health expenditure per capita 2013 1 188
Press Freedom Index 2017 1 180
Fragile States Index 2016[236] 2 178
Gallup gross median household income 2013 2 131
Median equivalent adult income 2009–2014 2 35
International Property Rights Index 2015 2 129
Net international investment position of creditor nations per capita 2013 2 17
Euro health consumer index 2015[239] 3 35
Global Gender Gap Report 2016 3 144
EF English Proficiency Index 2015[240] 4 70
Corruption Perceptions Index 2015 5 175
Networked Readiness Index 2014[241] 5 144
Household final consumption expenditure per capita 2013 5 163
Ease of doing business index 2016 9 185
Global Peace Index 2016 17 163
Globalization Index 2015 18 207
Logistics Performance Index 2016[242] 22 160
Index of Economic Freedom 2016 27 167
İdea Yayınevi Site Haritası | İdea Yayınevi Tüm Yayınlar
© Aziz Yardımlı 2017-2020 | aziz@ideayayinevi.com