Shintoizm, Budhizm, Zen Budhizm
Aziz Yardımlı

idea yayınevi site haritası  
 

 

Shintoizm, Budhizm, Zen Budhizm

 

Asyatik tin istençsizlik ile tanımlanır. Bütün bir Asya tarihinde istenç her zaman tek bir insanda, tek-erkte yoğunlaşır ve halkın payına yalnızca boyun eğmek düşer. Orada henüz Yunan kent-devletlerinde ve Roma dünyasında görünen bölümsel özgürlük yoktur. Bireyselliğin yokluğunda, yalnızca düşüncesiz alışkanlığın yinelemesi vardır. Tekil bir istenç altında pıhtılaşan Asyatik tin eylemsizdir. Özgürlük bilincinin yokluğunda insan kendisi değildir, ve erdem, ahlak ve etik gibi kavramlar gelişmez. Tüm tinsel dünya donup kalır, hiçbir ilerleme ve süreç yoktur, felsefe, din ve güzel sanatlar gelişmez, erken doğmuş bir uygarlığın ham öğeleri olarak uygarlığın kendisinin gelişimini engelleyen engeller olurlar. Bu değişimsizlik ve gelişimsizlik Persia’dan Mısır’a, Babil’e, Yunan ve Roma dünyalarına, Osmanlı İmparatorluğuna başka her imparatorluk ortadan kalkarken niçin Çin’in ve Hindistan’ın binlerce yıl değişmeksizin sürdüklerini açıklayan tözsel niteliktir.

 

Hinduizmin ve Budhizmin her ikisine de ortak olan nirvana ya da isteksizlik olarak doyum ilkesi, ve eksiksiz aptallaşma olarak aydınlanma ya da meditasyon ilkesi Asyatik istençsizlik tinini aklar. Bundan sonra değişimden söz edilemez, ve homo sapiens bu kültürlerde tüm gizilliğini kendi içinde bastırmış olarak kalır. Bu düzeye dek bu kültürlerin evrensel dünya tarihindeki varlıkları da hiçliktir ve ancak modern dünya ile karşılaştıkları zaman bozulmaya, dağılmaya ve ortadan kalkmaya başlarlar.

 

Budhizm ve Zen Budhizm

   

Zen Budhizmin kendini bireysel kaygıya sınırlaması ve politik ilgisinin olmaması onu Japonya için özellikle uygun bir öğreti yapar. Zen bilincin boşluğunu öğretir: Benliğin tam bastırılması, bir tür ruhsal harakiri. Tüm katılığına karşın, Zen kendi olanaksızlığını ve saçmalığını gösterir: Kendini çay törenlerinde, Japon bahçelerinde de sergiler. (Buna karşı Çin'de Konfiçyus öğretisi ve onun karşısavı olarak daha bireyselci Tao öğretisi özsel olarak devlet yapısı ve düzeni ile ilgili öğretilerdir.)

 

Budhizm insana negatif özgürlük salık verir. Ona doğal dürtülerini anlamayı ve onları barışçıllaştırmayı, genel olarak uygarlaşmayı önermek yerine, doğal istekten kaçmayı öğretir. Sanki olanaklı imiş gibi, onu ortadan kaldırma çabasına yöneltir. Meditasyon bu isteksizlik durumunu sağlamanın bir yoludur. Budhist bilinç meditasyonu Aydınlanma (bodhi) ve Nirvana dediği şeye götüren bir yol olarak uygular. Nirvana içgüdüden ve isteklerden vazgeçme durumu olmada insanı Tanrının doyumuna yükseltir, çünkü Tanrının hiçbir eksikliği, dolayısıyla hiçbir gereksinimi yoktur. Ama Tanrının tersine, insanın istekleri ve içgüdüleri doğaldır ve ancak insan bedeni ile birlikte yiterler. Acının ve doyumsuzluğun yenilmesi bu dinin başlıca kaygısıdır ve bunu olumsuz bir yolda, istekten ve içgüdüden vazgeçme çabası yoluyla kazanmayı hedefler. Bu negatif özgürlük, hiçliğin özgürlüğüdür ve insanlıktan uzaklaşma anlamına gelen bir Aydınlanma pahasına elde edilebilir. Budhizmin moral bir ilgisi yoktur, çünkü duyunç ve istenç ile değil, meditasyon ile ilgilenir. Meditasyon etkin bir duyarsızlaşma ve aptallaşma yoludur ve ancak daha şimdiden aptal olanlar için çekicidir.

 

Tapınakları, kutsal metinleri, şarkıları, ayinleri ve çay törenleri ile Budhizme zaman zaman bir ‘din’ karakteri yüklense de, öğreti bir Tanrı kavramından yoksundur. Budha yalnızca bir insandır, İsa gibi değildir. Budhizmin tanrısı sonlu, fiziksel insan olduğu için, tanrısallık olması gereken herşey insan özencine bağlanır. Budha Tanrının tüm yüklemlerini taşır ve imgeleri tapınma nesneleri yapılır. Budha nirvanaya kendisi ulaşmışken, Budhistler nirvanaya ölümden sonra ulaşırlar ve nirvanaya ulaşan kendisi Budha olur.

 

Zen Budhizm Çin Budhizminin bir alt dalıdır. Sert bir öz-denetim ve meditasyon uygulaması uygular. Meditasyon oturarak yapılır ve bu sırada başlıca eylem dikkatin "sayı sayma" ya da "nefes alıp verme" üzerinde yoğunlaşmasıdır. Bu eylem her gün saatlerce yinelenir.

 

Budhizm


   
 

Bir Hint dini olan Budhizmin aşağı yukarı 500 milyon kadar izleyicisinin olduğu kabul edilir (dünya nüfusunun yaklaşık %7'si). Budhizm yukarıdan bildirilmemiştir. Tarihsel bir kişi olan Siddhartha Gautama tarafından geliştirilen bir öğretidir. Budhistler dirimli, fiziksel, bireysel insanı Tanrı olarak kabul ederler (örneğin Dalai-Lama), ve ona hiçbir güç yüklemezler.

 

Budhizm de insan tininin sonluluğu reddedişinin ve sonsuza sonlunun araçları yoluyla ulaşma itkisinin duyusal, duygusal ve düşüncesiz bir anlatım yoludur. Batıda yer alan evrensel gelişimin dışında ve gerisinde kalan Asyatik tinin inanç biçimleri de baştan sona estetik, etik ve entellektüel bir gerilik sergiler. Bu tarihsel olarak zorunludur. Zorunlu olmayan şey çağdaş milyarların bu gerilik kültürüne bağlılıkta diretmesidir.

 

İsteğin ve bireysel istencin üzerinde olan Budha dingin ve yumuşak bir içsellik simgesidir ve düşünmeye gömülmüş insan heykellerinde temsil edilir. Bu arı içselliğe erişme bu inancın en yüksek ereği olarak görülür. Herşeyin hiçlikten geldiğini ve hiçliğe geri döndüğünü kabul eden bu öğretiye göre herşey geçici ve değersizdir ve hiçlik ile bir birlik, nirvana durumu tüm isteğin yenildiği en yüksek durum, bir bakıma Tanrı ile birlik durumudur. Burada hiçbir fiziksel durum olmadığı gibi hiçbir tüzel, ahlaksal, törel durum, genel olarak hiçbir kültürel durum da yoktur ve doğal ve tinsel yaşamın tüm belirlenimleri yitmiştir. Bu saltık olarak soyut tanrısallık karşısında, hiçlik karşısında tüm dışsal varoluş, doğal ve kültürel nesneler ilgiye değmez ve önemsiz şeylerdir ve paradoksal olarak yalnızca hiçlik ya da yokluk saltık olarak değerli, önemli, anlamlı olan varoluştur. Hiçlik ile birleşmek ancak bu saltık olumsuzlama yoluyla olanaklıdır. O zaman insan Tanrı ile özdeş olmuş, Tanrı ya da Budha olmuştur. Yokluk olarak belirlenimsizlik aynı zamanda hiçbir olumsuzlama ile yüklü olmamaktır. Bu tanrısal durum Hinduizmde sonu gelmez döngüler içine hapsolmuş ruh için eksik olan ve hiçbir zaman tamamlanamayacak olan şeydir. Burada sonsuzluğun en alt biçimi, varlığın kendisi kadar soyut bir biçimi vardır. Bu sınırsızlık ya da sonsuzluk ile, nirvana durumu bir Tanrıdan bile yoksun bir tanrısallıktır.

 

   

Budhizm tarihsel olarak bir tür reformdan geçirilmiş Hinduizm gibidir. Reformcular Hinduizmin kölelik tinine ve özellikle insanı doğa belirlenimlerine bağımlı kılan kast dizgesine karşı çıkıyorlardı. Budha kral olarak, öğretmen olarak, Tanrı olarak tasarımlanır. Budhizm göreli olarak daha insana yakın bir dindir ve giderek sıradan insanı Tanrının kendisi olarak kabul eder. Budhistler yaşayan bir insana Tanrı olarak taparlar. Budha doğal bir varlık değil, ama tinsel bir varlık, bir insandır. Aynı zamanda ölümsüz, ilksiz-sonsuz olarak kabul edilir. (Lama ya da rahip Tanrının kendini insanlara sunmasının aracıdır.) Tanrının insan olması dağları, taşları, ırmakları, hayvanları vb. tanrılaştıran Hint panteizminden bütünüyle başka birşeydir. Budhizm Tanrıyı insanlaştırmasında insanı yükseltir, onu doğallığa bağımlılığından kurtarır ve ona daha büyük bir özgürlük alanı tanır. Çin, Burma, Seylan, Tibet'te ve Moğollar arasında kast dizgesi yoktur. Budhizmde rahipler manastırlarda yaşarlar, ama bu bir dinadamları sınıfı oluşturmaz, bütün halktan gelirler (Tibet'te manastırlardan birinde 2000 rahip yaşar). Bu insanlar ile karşılaşan ilk Batılılar tarafından Tibetliler ve Moğollar çok iyi-huylu, açık, güvenilir, dikkatli, sözünü tutan insanlar olarak ve Hindular arasında yaygın olan yalancılık, korkaklık ve bayağılıklardan uzak olarak betimlenmiştir. Et yemezler ve barışçıldırlar ve Moğollar bir hayvan öldürmeyi bile yanlış sayarlar. Bu halkların özgürlüğü zaman zaman dışa doğru patlar ve Cengiz Han durumunda olduğu gibi sınırsızca yayılmaya başlar. Ama böyle taşkınlar başladıkları gibi söner ve bu nedenle bu halkların dünya tarihinde önemleri sınırlıdır.

 

The Thirteen Buddhist Deities of Japan (PDF)

 

Budhistik bilgeliğe göre, istek acıya götürür ve bu ise dünyadaki tüm problemlerin kaynağıdır. İsteğin doğal ve doğuşunu önlemenin olanaksız olduğu düzeye dek, nirvana ya da istememe durumu yalnızca kendi ile umutsuz kavgadır.

 

Budhizm herhangi bir moral nitelik taşımaz, çünkü moral problemin doğmasını önlemeyi ister.

Özgürlük istememek değil, ama isteğe doğru bir içerik vermektir. İstek istenç ile aynı şey değildir. İstek doğal iken ve doğması engellenemez iken, istenç bir doğal güdü olan isteğin üzerindeki bilinçli güdü olarak özgürlüktür.

 

Budhizmin Batı bilinci için çekici yanı kültürü bütününde olumsuzlamasında yatar.

Kültür geçicidir ve kendi kendini olumsuzlamayı sürdürür ve bu bakımdan Budhizme hiçbir gereksinimi yoktur. Budhizmin kavramsız bilincinde geçici olanın dışında olumlu hiçbirşey bulamaz. Onda yalnızca olumsuz olumludur. Budhizmde bir Tanrı için yer yoktur. Aslında hiçbirşey için, insan ve insanlık için de yer yoktur.

 

Budhizm ve Banalite

Budhizm ve Banalite (LINK)

I read that you are a Buddhist, what does it mean to you? How much does it affect your art and your way to see the world?

I believe in Buddhism. The Buddhism opened a gate for me to understand the world and the human beings. You are the Buddha, I am the Buddha and everyone is the Buddha. We are all heroes in our hearts.

“Zhang Huan had stripped naked, covered himself with honey and then sat for an hour in a Beijing public toilet while flies landed on him. It’s named “The 12 Square Meters.”” China Daily / The avant-garde art goes too far?

 



 

 

 

Konfiçyus ve Japon kültürü



Ne zaman Konfiçyus öğretisi söz konusu olsa, insanların aklına uyum, denge, dinginlik, barış gibi düşünceler gelir. Giderek, Konfiçyus öğretisi neredeyse dünyasal mutluluğun gizemini yakalamış bir felsefeye yükseltilir. Durum böyle olmaktan çok uzaktır.

 

Konfiçyus aile, toplum ve devlet alanlarında bir yetkeye boyun eğme tinini salık verir, bir baba olarak görülen imparator altında ülkenin düzenini amaçlar, ve bu öğreti olmaksızın bir İmparatorluk olarak Çin’in varolması olanaksızdır. Japonya'da ise düzen olanaksızdır. Shintoizm hiçbir babaya olanak tanımaz ve acımasız shogunluk ve samurai tini altında Japonya'da politik, toplumsal ya da ailesel bir düzen olanaksızdır. Güçlü bir baba yetkesini içeren Konfiçyus öğretisi Japonya'da ancak geri kalan shougunları dize getiren Tokugawa shogunluğu döneminde göreli bir önem kazandı. Shogun bir baba imgesidir — ama sevecen değil, acımasız ve amansız—, ve göğün yetkesini tanımaz.

 

Konfiçyus öğretisi özsel kavramlarından birinin boyun eğme olduğu düzeye dek açıktır ki etik-dışı bir öğretidir, çünkü etiğin olanağı özgürlük, bireysellik, kişilik üzerine dayanır. Bu öğreti en iyisinden bir köle etiğidir ve bu etik ile insanlar ne ekonomi ne de politika yapabilirler. Boyun eğme ilişkisi Konfiçyus öğretisinin özsel kavramlarından biri sayılan "dürüstlük" öğesini de dışlar, çünkü bir boyun eğme kültüründe dürüstlük insan için en olanaksız erdemlerden biridir. Konfiçyus "etiği" boyun eğme eğilimini güçlendirerek insanları yalanın normal olduğunu kabul etmeye eğitir. Böyle kültürlerde tüm başka erdemler de yiter, çünkü erdem özgür insanın bir sorunudur.

 

Çin için geçerli olan yetkeci düzenin özeksel bir yetkeden bütünüyle yoksun Japonya için olanaksız olması zemininde, Japon karakterini Çin karakterinin terimlerinde açıklamak olanaksızdır. Japonlar hiç kuşkusuz boyun eğerler, ama bu Çin'de olması gereken tarzda geleneksel ailesel ilişkileri tanımlayan boyun eğme normundan ayrıdır. Boyun eğme davranışı Japon kültüründe kendini saygı ve incelik olarak gösteren korkudur. İnsanlar arasındaki güç ilişkileri, insanın insana egemenliği duygusal olarak korku üzerine dayanır. Ve bir "korku etiği" terimi en iyisinden bir oxyomorundur.

 

 

 

 

Torii bir Shinto tapınağının girişinde bulunur ve dünyasaldan kutsala geçişi belirtir (yukarıdaki toriiden yüzerek ya da bir sandal ile kutsala geçiş olanaklıdır). Toriilerden ilk kez 10'uncu yüzyılda söz edilir. Kutsala geçiş için bir kapı sağlamalarına karşın, tapınaklar çok az Japon için bir uğrak yeridir. Daha kullanışlı bir yöntem olarak, evlerin çoğunda bir Budhist sunu taşı ya da Shinto kamidana bulunur.

 

 

Shintoizm



   

Belli tahminlere göre Japonya’da nüfusun %90 kadarı önemli ölçüde Budhizm ile kaynaşmış yerel Shinto “dinine” bağlıdır. Milyonlarca kaminin (her bir şeyde bulunan ruhlar) yanısıra, Shinto tapınaklarının sayısı 100.000 ve rahiplerinin sayısı 80.000 kadardır. Aynı zamanda Japonların %80 kadarı herhangi bir dine inanmadığını kabul eder.

 

Etnik bir tapınma ya da ayin biçimi olan Shintoizmde bir Tanrı ya da tanrılar yoktur. Bunun yerine ölümlü ve sonlu olan tinler ya da ruhlar (kami — (çoğul)) vardır ve bu varlıkların insanlar ile ilgileri onlara sağlık, başarı ve buna benzer iyilikler getirmektir. Shintoizm bir din ya da inanç biçimi olmaktan çok bir "dilek kültü"dür.

 

Bir baba olarak Tanrı imgesinden yoksun Shintoizm bir imparator karakterine gereksinmemekle kalmaz, gerçekte onunla çatışır. Kamiler arasında yerleşik bir hiyerarşi yoktur.

 

Shinto dirimli ve dirimsiz tüm şeylerde kami bulunduğuna inanan bir tür animizmdir. Ata tapınması durumunda kami bir tür antropomorfik tanrı tasarımına yaklaşır ve bir tanrılar ve tanrıçalar nüfusu ile shinto mitolojik bir içerik kazanmaya başlar.

 

Tapınak ayinleri bireylerin tanrılar ile iletişimde bulunma yollarıdır ve dilekte bulunma edimlerinden öteye geçmez. Kami insanlara etik buyruklar vermez ve sık sık kendileri yanılır ve yanlış şeyler yaparlar. Shintoizm moral bir nitelik taşımaz.

 

   

Budhizm ülkeye 6'ncı yüzyılda Kore'den geldi.

Hıristiyanların oranı %1 ya da 2 gibidir.

 

Shintoizm ve Budhizm Japon yaşamına birlikte karışır ve nüfusun yaklaşık 83% kadarı Shintoyu izlerken %75 kadarı Budhizmi de izler. (LINK) (LINK) (LINK) (LINK)

 

 

Başbakan Shinzo Abe “Ise Jingu” tapınağında

Tapınak eğer gerçekten tapınak ise, ona tapınmak için gidilir. Ve Shinzo Abe de tapınağa tapınmak için gider. Ama Abe en çoğundan kamiye, tüm şeylerde bulunan "ruhlara" ya da "cinlere" tapınabilir. Ve tapınma edimi dilek dilemekten oluşur. Cinler başka herşeyin yanısıra Japon yaşamını, Japon etiğini, Japon politikasını belirleyen güçlerdir.

Bütün bir Japon İmparatorluk hanedanının kaynağı olan güneş tanrıçası Ametarasu'nun yaşadığı İse Jingu'da ("Büyük Tapınak") her Japon tapınamaz. Tapınak kamuya kapalıdır ve sıradan insan ancak uzaktan tapınağın çatılarını görebilir. Ametarasu tarafından yeri özel olarak seçilen tapınakta ayrıca Yata no Kagami adında bir de Kutsal Ayna vardır ve Japonlara "bilgelik" ya da "dürüstlük" kavramlarını yansıtır. Japon kültüründe "doğruluk" ayna tarafından temsil edilir, çünkü ayna yalnızca olguları yansıtır. Yansı bir yanılsama olsa da, kutsal ayna yanılsamaları yansıtamaz çünkü yanılsamaların duyu-algısına sunulacak bir nesneleri yoktur.

Bu rahibin ve bu başbakanın ve benzer rahiplerin ve başbakanların beyinlerinde insan usundan geriye neyin kaldığı sorulabilir.

 

U.N. official’s claim that 13% of Japanese girls engage in ‘compensated dating’ angers government


Kyodo Nov 10, 2015
The Foreign Ministry has protested remarks by a U.N. official who said 13 percent of schoolgirls in Japan are engaged in enjo kosai, or compensated dating, and called for the comment to be retracted. (LINK)


 

26 ‘compensated dating’ teenage girls in custody following police roundup in Tokyo

Apr. 10, 2017
The National Police Agency (NPA) over the weekend took into protective custody 26 girls working for businesses providing various dating services to adult men for financial compensation, a bustling underground industry known as “JK business.”

“JK” stands for “joshi kosei,” or female high school students. (LINK)

Enjo-kōsai (援助交際 compensated dating, shortened form enkō 援交,) is a type of transactional relationship. It is the Japanese language term for the practice of older men giving money and/or luxury gifts to attractive young women for their companionship or possibly for sexual favors. The female participants range from school girls (aka JK business) to housewives. Enjo-kōsai does not always involve some form of sexual activity. (w)

 

 



 

 

Nanking Kitle Kıyımı



Nazizmin insanın yetenekli olduğu kötülüğün sınırlarına ulaştığı, daha kötüsü olamayacak en son kötülüğü sergilediği düşünülür. Ama bu bir önyargıdır ve İmparatorluk Japon Ordusunun Çin'e yaptıkları tarafından çürütülüyor görünür.

 

İmparatorluk Japon "Ordusu" 13 Aralık 1937'de Kuomintang yönetimindeki Çin'in başkenti Nanking'e girdi. Kenti savunmanın olanaksız olduğunu anlayan Chiang Kai-shek Çin ordusunun elit bölümünün yok edilmesini önlemek için kuvvetlerini kuzeye çekmişti. Aşağı yukarı savunmasız kalan ve boşaltılması da Çinlilerin kendileri tarafından yasaklanan kentin işgalini izleyen altı hafta boyunca olanlar "Kitle Kıyımı" olarak bilinir. Ama bu terim olanları anlatmak için yeterli değildir. İşgal süresince ırza geçme, yağma ve kundakçılık gibi suçların sonu gelmedi. Aralarında kadınlar ve çocuklar da olmak üzere "ordu" tarafından yokedilen insan sayısı Uzak Doğu İçin Uluslararası Askeri Mahkemenin (International Military Tribunal for the Far East) kabul ettiği tahmine göre 200.000’in üzerinde idi. Çin’in tahminine göre rakam 300.000'dir ve başka tahminler 25.000 ve 400.000 arasında değişmektedir.

 

Rape in Nanking / Words from WWII Japanese Soldiers

Rape in Nanking / Words from WWII Japanese Soldiers

 



 

According to one Japanese journalist embedded with Imperial forces at the time, "The reason that the [10th Army] is advancing to Nanking quite rapidly is due to the tacit consent among the officers and men that they could loot and rape as they wish."

 

İki Japon Subayı Arasında Öldürme Yarışı

Perhaps the most notorious atrocity was a killing contest between two Japanese officers as reported in the Tokyo Nichi Nichi Shimbun and the English language Japan Advertiser. The contest — a race between the two officers to see which could kill 100 people first using only a sword — was covered much like a sporting event with regular updates on the score over a series of days. In Japan, the veracity of the newspaper article about the contest was the subject of ferocious debate for several decades starting in 1967.

 

(W)

 

 

Japon hükümetinin Nanking Kitle Kıyımı konusunda resmi olarak özür dilemiş olmasına karşın, Çinliler arasında henüz içtenlikle özür dilemiş olmadığı duygusu yaygındır. Hükümet kurbanların sayısının ileri sürülenlerden daha az olduğunu gösterme çabalarını kamu önünde destekler ve yüreklendirirken, hem hükümette hem de hükümet dışında küçük bir azınlık böyle bir kıyım ve tecavüzün yer almadığını ileri sürmektedir.

 

"Nanking Tecavüzü" sırasında öldürülen sivillerin sayısının yüz binleri bulmasına karşın, 20'inci yüzyıl bağlamında Çin'de yitirilen yaşamların sayısının karşılaştırılamayacak kadar yüksek olması Nanking'in acısını hafifletecek bir etmen değildir (Çin İç Savaşında yitirilen insan yaşamı 10 milyon, İleriye Büyük Sıçramada 20 ya da 43 milyon, Kültür Devriminde 10 ya da 30 milyon, ve geriye gidildiğinde 1854-60 yıllarında Taiping İsyanında 40-60 milyondur).

 

 

 

İdea Yayınevi Site Haritası | İdea Yayınevi Tüm Yayınlar
© Aziz Yardımlı 2017-18 | aziz@ideayayinevi.com